|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Amerika'nın Irak'a müdahalesini haklı ve meşru bulmadıklarını her fırsatta dile getiren; hatta, bu ülkeyle karşılıklı güç gösterisine girişmekten çekinmeyen Avrupa liderlerinin NATO'daki mevzi muharebede geri adım atacaklarını beklemek hayalcilik olurdu. Atmadılar ve ABD'nin Türkiye adına yaptığı müracaatı vetolarıyla aynen iade ettiler. Yani, Amerika'nın savaşa meşruiyet kazandırmak için, "savaş varmış gibi" hava yaratma blöfünü gördüler ve resti çektiler. Blöflerle restlerle finale doğru giden bu heyecanlı oyunda masaya sürülen markaların büyük kısmının üzerinde "Irak" yazıyorsa, geri kalanın üzerinde de "Türkiye" markası bulunuyor. İki ülke de birer değer ama kendileri değil, başkaları için anlam ifade ediyorlar. Yani, Irak gibi Türkiye de masanın etrafında oyun çevirenler için, kazanılabilir ya da kaybedilebilir bir değer mesabesinde bulunuyor.
İki soru-iki cevap
Süreçteki en önemli soru şudur: Irak'ı kim kazanacak? Verilebilecek en rasyonel cevap da, bu ülkenin ABD liderliğindeki İngiltere-İsrail (ve Türkiye değil!) ittifakı tarafından savaş yoluyla kazanılacağıdır. İkinci ve daha az önemli olan soru ise şu: Türkiye'nin stratejik-lojistik desteğini kim kazanacak? Aynı politik rasyonalite bu cevabı da veriyor: Türkiye, ABD liderliğindeki ittifaka destek olacak. Şu halde, ABD ile Avrupa arasındaki çatışma bağlamında Türkiye'nin bulunduğu pozisyonu, iki odağın güç gösterisine aracılık etmekten başka bir ifadeyle tanımlamak mümkün görünmüyor. Önemli olan, dünya sistemi mekanizmasının büyük dişlisi ABD ile, küçük dişli Avrupa arasında ezilen, ezildikçe hacim kaybeden Türkiye'nin; dişlilerin gıcırmadası kesildiği anda hangi tarafta kalacağı değil, mekanizmanın nerede duracağıdır. Ne yakın durdruğumuz Amerika, ne de uzak durmamaya gayret ettiğimiz Avrupa'nın uğrayacağımız zararı ve elde edebileceğimiz kârı önemsemediğini kabul etmek zorundayız. Tıpkı, iki tarafın da aslında uluslararası hukuku önemsemediği gerçeğini kabul etmemiz gerektiği gibi. Avrupa, Irak'a müdahaleye karşı çünkü, ABD'nin ve ortaklarının elde edeceği ekonomik ve politik avantajlarla aradaki mesafeyi iyice açmasına tahammül edemiyor. Amerika, Avrupa'nın diklenmesine öfkeleniyor çünkü, finansörü olduğu dünya sisteminin kendisine yayılmacılık hakkı verdiğine inanıyor. Almanya Başbakanı Schröder, "Dünya ülkeleri, dünyada tek bir gücün olmasının mı doğru olacağı, yoksa sorunların uluslararası alanda çözülmesi mi gerektiği konusunda tarihî bir durumla karşı karşıya" sözleriyle bu durumu ilan ediyor. Peki, Türkiye'ye ne oluyor?
Türkiye'nin elindeki son koz
Türkiye'nin savaşa karşı tutumu samimi ve barış yanlısı çizgisi gerçekçi ise bu tablo savaşın önlenmesi için yeni bir fırsat sunuyor. Türkiye'nin önünde şimdi, bu "büyüklerin oyunu"ndan büyük bir hamle çıkarmak şansı bulunmaktadır. Amerika'nın Türkiye'nin güvenliğinden endişe duyarak NATO'yu harekete geçirmesi ve bunda başarılı olamaması bir fırsattır. Demek ki Türkiye'nin güvenlik sorunu vardır ve bu çözümlenememiştir. O halde, sorun çözülene kadar ABD'nin istekte bulunabilmesi ve şu ana kadar aldıklarıyla harekatı sirküle edebilmesi, Türkiye'nin güvenliğini riske etmekten başka bir sonuç doğurmayacaktır. Eğer, ABD'nin ve ardından Türkiye'nin 4. madde konusunda NATO'dan istekleri bir formaliteden ibaret değilse Ankara, bunlar yerine getirilene kadar elini kolunu bağlayarak bekleyebilme hakkına da sahip olmalıdır. Ayrıca ortada, BM Güvenlik Konseyi'nin Irak'a müdahaleye izin veren, yani Türkiye'nin ABD'ye karşı gardını düşürecek bir kararı da bulunmamaktadır.
Saddam'ı uyarmak
Buna rağmen Türkiye'nin ABD yanındaki tutumu, savaşın önlenmesi için artık biraz da fantastik sayılması gereken tek seçeneğe kilitlenmiş görünüyor. O da Saddam'ı ikna etmektir. Başbakan Abdullah Gül, silah denetçilerinin son raporunun tatmin edici ve tereddüt uyandırmayacak şartlarda hazırlanabilmesi için Irak liderini uyarıyor. Tereddütleri ortadan kaldıracak bir raporun, ABD'yi tek başına savaşa girmekten alıkoyacağına inanıyor. Ankara'nın savaşı önleme çabaları bu paranteze kadar sıkışmış bulunuyor. ABD-Avrupa çatışmasından yeni bir politik pozisyon üretebilmek bu açıdan da önemlidir. Eğer Türkiye bu gelişmeyi bir veri olarak değerlendiremezse savaş sürecinde etkisiz olmayı peşinen kabullenmiş olacak ve taraflılığının "istemeye istemeye" olduğu konusunda şüphe uyandıracaktır.
Bugün bayram... Her fırsatta, namazda, kurbanda ve sohbetlerde barış için samimi bir şekilde dua edelim. Bayramınız mübarek olsun.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |