AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

Y A Z A R L A R
Rehin alınan ülke

Amerikan askerlerinin Irak'ta 11 Türk askerini rehin almasının anlamak için, Mine G Kırkanat'ın dünkü yazısındaki bir ayrıntı aslında ne türden soruları sormak zorunda olduğumuzu ihtar ediyor. Önceki gün ölen, İstanbul'daki tarihi ve kültürel mirasın yeniden hayata kazandırılması için yaptığı çalışmalarıyla tanınan Çelik Gülersoy'a, bu konularla niçin ilgilendiğini soran yazara verdiği cevap bir bakıma derin bir korkuyu işaret ediyor. "Bu İstanbul'u, Türklere bırakmayacaklar... Gelecekler ve geri alacaklar. İşte o zaman, geldiklerinde ve gördüklerinde, bu Türkler de hepten barbar değilmiş, onlar da bir uygarlık yaratmış, olanı korudukları da olmuş ve güzel şeyler de yapmışlar, desinler istiyorum!" Çelik Gülersoy'un yaptıkları tartışılabilir; ancak, belki de yerli (!) rakiplerini de kastederek bu şehrin elden gideceği endişesiyle söylediği söz üzerinde durmak gerekir.

İstanbul'un Türklere bırakılmayacağı yönündeki bu derin endişe, korku sadece Çelik Gülersoy'a veya onun nesline özgü bir durum, bir ruh hali midir? İstanbul'un Türklerin elinden çıkacağını düşündürecek türden bizim bilmediğimiz bir siyasi, askeri hazırlığın bilgisine mi sahipti Gülersoy? Bence hiç biri değil. Ancak İstanbul'un anlamı, bu şehre biçim ve ruh veren Türklerin aidiyeti ile İstanbul'a çok daha farklı bir anlam yükleyen dünya arasındaki çelişkinin farkında olabilmekle mümkün olan bir korkudur bu. İstanbul'a ruh veren medeniyetin 'öteki'si olanların tarihi niyetlerini hissedebilmek, böyle bir niyetin varlığından rahatsız olabilmek için İstanbul ve onun iki farklı dünya için ne anlama geldiği hakkında bilinç sahibi olmayı gerektirir. Bilinç üzre olmak bilgiyi aşan bir düzleme işaret eder.

İstanbul bilinci ve Irak

Irak'taki olayları analiz edebilmek için İstanbul bilincine sahip olmak gerekir. İstanbul'un farkında olunmadan Bağdat'ta neler döndüğünü, Kudüs'ün neden kaybedildiğini kavramak mümkün değil. Eğer Türkler hala İstanbul'un sahibi olma iddialarını sürdüreceklerse, Bağdat'a giren Amerika ile stratejik ittifak oyununun çoktan bittiğini anlamak zorundalar. Zaten varolduğu söylenen ittifak da konjönktürel bir durumdan ibaretti ve o dönem biteli epey oldu. Bu süreç 'dondurulmuş tarih'in çözülmesiydi. Bu anlamda Soğuk Savaşın bitmesi 'Tarihin Sonu' tezini değil, bizim açımızdan dondurulmuş tarih döneminin sonuna işaret ediyordu.

Atlantik İttifakı üzerinden ABD ile sürdürülen bu ilişki biçimi İstanbul'un sahipleri açısından tarih içinde bir parantezden ibarettir. Amerikalıların 11 askeri rehin almasının sembolik anlamı ne Irak'taki Amerikan generali McKiernan'ın başına buyruk tavırlarıyla ne de salt yönetimdeki Pentagon-Dışişleri çelişkisiyle izah edilebilir. Atlantik ötesi stratejik ilişkileri ne pahasına olursa olsun sürdürmek veya Avrupa Birliği ile gerçekleştirilecek birlik arasında tarihi bir tercihe zorlanan Türkiye'nin Soğuk Savaş döneminin mantığı ile, değil bölgede etkin olmayı, varlığını bile sürdürebilmesi mümkün değildir. Türkiye'de bir yanda reel şartları tümüyle yok sayan protest tavırlar diğer tarafta alternatif/mümkünleri yok sayan teslimiyetçi politikalar arasında sıkışmış iki zihniyet çatışması yaşanıyor. Türkiye'nin, özellikle Irak işgalinden sonra açık biçimde, pratik olarak eski ittifak mantığı ile geleceğini kuramayacağı açığa çıkmıştır. Bu şablon çökmüş, hatta vehme dönüşen ittifak ilkeleri açıktan fiziki varlığına zarar vermeye bile başlamıştır. İlişkilerin boyutu yeniden tanımlanmalıdır.

Avrupa Birliği ile ABD stratejik ittifakı birbirinin alternatifi değildir. Amerika daha pragmatist davranarak küresel hegomonyasının önünde engel gördüğü her şeyi yıkmaktan çekinmemektedir. AB rekabet şartlarından faydalanarak ABD boşluğunu doldurarak bölgeye sızmak istemektedir.

Oysa bir medeniyet projesi olarak AB'ye Türkiye'nin teslim olurcasına dahil olması, tarihi perspektiften bakıldığında kendini iptal etmesidir. Sanılanın aksine Türkiye'nin önündeki temel sorun AB'ye girmeyi başarmak değil AB'ye direnmesinin mümkün olup olmadığıdır. Türkiye, ilişkinin biçimini sonra belirlenecek de olsa bugünkü şartlarda AB'ye zorlanmaktadır. Ki bu ayrı bir yazı konusu.

Aslında her iki ilişki bağlamında da Türkler, İstanbul'a sahip olup olmamak sınavı ile karşı karşıyadır.


8 Temmuz 2003
Salı
 
AKİF EMRE


Künye
Temsilcilikler
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED