AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

K R O N İ K  M E D Y A
Star'dan açık kriz manipülasyonu...

Star, son üç gündür açık bir kriz manipülasyonu yapıyor. Belli ki bu gazetemiz, bağlı bulunduğu grubun başına gelenlerden sonra "benden sonra tufan" kararı almış... Sanmayın ki Star'ın "kriz tetikçiliği"ni haberlerinden "karine" yoluyla çıkarıyoruz. Hayır, saat de vererek mevduat sahiplerini bankaların önünde kuyruğa girmeye çağıran apaçık bir "kriz gazeteciliği"nden söz ediyoruz...

Star, yaygın bir iktisadi krizi tetikleme yönündeki ilk haberini 5 Temmuz Cumartesi manşetten verdi... Başbakan Tayyip Erdoğan'ın dokunulmazlığının ele alındığı manşetin spotuna yerleştirilen "kriz başladı" kelimeleri, harekâtın işaret fişeğiydi... O cümlenin tamamı şöyleydi:

"Hukuktan kaçan Tayyip (...) Cem Uzan'ı yok etmek için topyekûn taarruza geçti. Devlete tek kuruş borcu olmayan Uzan Ailesi'ne ait ÇEAŞ ve Kepez'i işgal etti. Uzan Grubu'na ait televizyonları 30'ar gün kapattı. Genç Parti mitinglerini yasaklattı. En son, İmar Bankası'na el koydu. Ve ekonomik krizi başlattı..."

Star, ertesi gün (6 Temmuz Pazar) gene manşetten girdiği "ŞOK! FONDA PARA YOK" başlıklı haberde "tüm bankacılık sisteminde kriz başladığını" öne sürdü. Star, İmar Bankası'nda ödemelerin iki hafta sonra başlatılacağı açıklamasını, "Hemen yapılması gereken ödemeler için 'en erken iki hafta' deniyor" diye sunduktan sonra, öteki bankalardaki mevduatların da tehlikede olduğunu yazarak psikolojik bir baskı uygulamaya çalıştı. Haberin bu bölümü aynen şöyleydi:

"Bu durum, güvence altında olduğu bilinen tüm bankaların mevduatlarında büyük kuşku yarattı. BDDK panikte... Çünkü güven bunalımı nedeniyle yarın sabahtan itibaren bankalardan hızlı para çıkışı bekleniyor. Bankacılık sistemi bu şokla sarsılırken, tüm devlet ekonomisi alarm sinyali vermeye başladı. Çünkü Tayyip, kendi çıkarı için bunları yaparken, devletin bütçesinde devasa yara açtı. Bu operasyonları IMF'den gizleyerek yaptığı için, IMF görüşmeleri kilitlendi..."

Gazete, mevduat sahiplerini böylece "uyardıktan" sonra, pazartesi sabahı işi sağlama almak için, onların saat kaçta, ne yapmaları gerektiği sürmanşetten bildiriyordu:

"SAAT 09.00... GÖZLER MEVDUATA VERİLEN DEVLET GÜVENCESİNDE... Tayyip'in, Cem Uzan'a yönelik siyasi hamlesi bankacılıkta kriz yarattı. İmar Bankası'na el koymak için tüm mevduata güvence verildi. Ama Fon'da para yok. Vatandaş bu sabah parasını çekmek isterse, ne olacağını bilen yok..."

Spottaki sorunun cevabı, kısmen de olsa haberin içinde vardı: "Cevap, ancak bu sabah, tüm bankalar açıldıktan sonra alınacak... Vatandaş, istediği halde parasını çekemezse, ciddi bir sorun yaşanacak..."

"Bu sabah, tüm bankalar açıldıktan sonra" neler olduğunu biliyorsunuz... Hiç bir şey olmadı, yani Star'ın memnun edecek hiçbir şey olmadı... Gazetenin üç gün süren "yükleme"si hiçbir sonuç vermedi... Bakalım Star, "beklentinin boş çıkması"nı bugünkü sayısında nasıl değerlendirecek? Onu da yarın aktarırız size... (A.G.)


Gene 'millî gazetecilik' ve 'gazetecilik' meselesi

On bir Türk askerinin Irak'ın Kürt bölgesindeki ABD kuvvetleri tarafından gözaltına alınmasını aktaran haberler, "millî gazetecilik"le "gazetecilik" arasındaki fark üzerinde yeniden düşünmemizi gerektirecek nitelikte...

Hatırlarsanız, en son Ege hava sahasında ortaya çıkan "kriz" nedeniyle bu iki tip gazetecilik üzerinde durmuş, böyle anlarda "millî gazetecilik"e değil, "gazetecilik"e ihtiyacımız olduğunu söylemiştik...

Çünkü "millî gazetecilik" duygulara hitap eder ve hiçbir şey söylemez, buna karşılık "gazetecilik", sonunda duyguların da sağlıklı bir biçimde oluşmasını sağlayacak "bilginin ve haberin" peşindedir...

Bakın şu son iki gün gazetelerin manşetlerine... Millî duyguları galeyana getirmenin dışında ne görüyorsunuz? Olan biteni açıklamaya çalışan, sorular soran, gerektiğinde "karşı taraf"a da sayfalarını açan bir gazetecilik görebiliyor musunuz? Siyasetçiler ve ordu bile çok daha dikkatli, çok daha sağduyulu bir dil kullanmaya çabalarken, "sadece gerçeğin peşinde olması gereken" gazetelerin sayfalarına yansıyan şu hamasete bir bakın...

Gazeteciler Başbakan'ı sıkıştırıyor, "Nota verecek misiniz?" diye... Başbakan'ın cevabı:

"Bakın, nota dediğiniz konu müzik notası değildir. Bunların bir ağırlığı vardır. Aklınıza esince nota verilmez. Bunun altında farklı şeyler olabilir. Bunlar iyice incelenmeden bu tür adımlar atılmaz..."

Genelkurmay Başkanı, Türk askerlerine yapılan muamelenin "asla kabul edilemez" olduğunu söyledikten sonra, "Valiye suikast istihbaratı" için, "Bu tür şeyler de oturulur, konuşulur, böyle şeyler müttefikin müttefike baskın yapmasıyla çözülmez" anlamına gelen şeyler söylüyor...

Reuters bir haber geçti, 11 askerin en yüksek rütbelisi olan albayın daha önce iki kez "sınırdışı" edildiğini iddia etti, bu iddianın doğru mu yanlış mı olduğunu takip etmek, doğruysa nedenlerini öğrenmek Türk gazete okurunun hakkı değil mi?

Basın, bu ölçüde bir millî galeyana yol açtıktan sonra, Amerikalılar'ın "Valiye suikast" iddiasını deşebilecek mi? Tabii ki hayır. "Millî gazetecilik" böyle şeylere izin vermez... Zaten basın tarafından "yumuşatılan" okur da bir süre sonra istemez böyle şeyleri...

Anlayamadığımız şey şu: Zaten çok sayıda siyasetçi ve asker olabilecek en sert kelimelerle durumu protesto ediyor, basın neden bunları aktarmakla yetinmiyor da ille kendi kelimeleriyle duruma müdahil oluyor? Zaten bütün köşe yazarları durumu yorumlayıp gerekenleri söylerken neden başlıklar ve haberler de yorumdan ibaret oluyor?

Gazeteci, bağırıp çağırmak için mi vardır yoksa topluma bilgi ve haber iletmek için mi? Birinci şık geçerliyse, kahvedeki adamla gazeteci arasında ne fark vardır? (A.G.)


'Domuzlar Körfezi fiyaskosu' da nereden çıktı?!

Kuzey Irak'ta, Süleymaniye'de Amerikalı askerler tarafından esir alınan Türk askerleri 57 saatlik uzun bir bekleyişin ardından nihayet serbest bırakıldı. Olay hakkında toparlanabilen bilgiler dünkü (7 Temmuz) gazetelerin hepsinde birinci haberdi.

Irak'taki işgalci ABD askerlerinin ülkede büyük bir tepkiye neden olan bu işi niçin yaptıkları henüz tam olarak aydınlanmamış olsa da, olay dünkü gazetelerin pekçok köşesine de konu olmuştu.

Bu yorumlardan birisi de Hürriyet'ten Ertuğrul Özkök'ün "Domuzlar Körfezi fiyaskosu gibi" başlıklı yazısıydı.

Yazının içeriğiyle ilgilenmeyeceğiz; ama başlığıyla ilgili bir sorumuz var:

Bu olay, niçin, ne münasebetle "Domuzlar Körfezi fiyaskosu"nu hatırlatıyor?

İsterseniz, tarihe "Domuzlar Körfezi Çıkarması" olarak geçen olayı kısaca hatırlayalım:

1961 'Nisan'ında Küba'da Castro rejimini devirmek amacıyla ABD'nin desteklediği Kübalı mülteciler ülkenin güneybatısında bulunan Domuzlar Körfezi'ne başarısızlıkla sonuçlanan bir askeri harekat düzenlediler. 1959 başında Küba'daki Amerikan yanlısı Batista'yı devirerek iktidara geçen Fidel Castro, Sovyet yanlısı bir politika izliyordu.... Görüyorsunuz, "Domuzlar Körfezi fiyaskosu" denilen olay bundan ibaret...

Peki o zaman, Süleymaniye'de 11 Türk askerinin yüz kadar Amerikalı asker tarafından esir alınıp Bağdat'a götürülmesi ile bu "fiyasko" arasında ne gibi bir münasebet var?!

"Olsa da olur, olmasa da!" diyorsanız, o başka tabii... (K.B.)


Düzgören'in yazısını kaçıran varsa eğer...

Okuduğunuza, beğendiğinize ve şaşırdığınıza eminiz ama önünüze bir kez daha getirmemize izin verin... Arkadaşımız Koray Düzgören'in 7 Temmuz tarihli yazısından söz ediyoruz.

Düzgören, besteci-piyanist Fazıl Say'ın Sivas katliamında şair Metin Altıok'un anısına bestelediği oratoryoya eşlik etmesi için tasarlanan görüntülerin yayınının engellenmesinden hareketle, biz okurlara fazla değil, iki yıl öncesinin bir başka "engelleme" olayını hatırlatıyordu.

Tahmin ettiğiniz gibi, Düzgören, "Fazıl Say'a bir sansür uygulanmışsa buna karşı çıkılmasından yanayım" diyor.

Peki, "Sansüre uğradım' demek için sansüre karşı olmak gerek" başlıklı bu yazıda hatırlatılan "sansür" neyin nesi? Şöyle bir şey:

2001 yılında Kültür Bakanlığı'nın önayak olduğu bir proje çerçevesinde kapağında "Nazım" yazan bir CD hazırlanır. Genco Erkal ve Sertap Erener'in seslendirdiği, Devlet Çoksesli Korosu'nun katıldığı, piyanoda Fazıl Say'ın yer aldığı bir calışmadır bu. Ancak o da ne? Nazım Hikmet'in 1950'de hapisten çıktıktan sonra yazdığı "Akşam Gezintisi" adlı şiirinden tam beş dize kayıptır! Nazım'ın mahallesini anlattığı bu şiirde adı geçen "Ermeni bakkal Karabet" ile ilgilili beş dizedir bunlar...

CD'de (ve kitapçığında) sansürlenen bu beş dize şunlardır:

"Affetmedi bu Ermeni vatandaş
"Kürt dağlarında babasının kesilmesini
"Fakat seviyor seni,
"Çünkü sen de affetmedin
"Bu kara lekeyi sürenleri Türk halkının alnına."

Bize göre herşey apaçık: Düzgören çok güzel yazmış doğrusu... (K.B.)


8 Temmuz 2003
Salı
 
YÖNETENLER: Kürşat Bumin
Alper Görmüş


Künye
Temsilcilikler
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED