|
AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ |
| |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Dış ticaret açığını anlamak için şu örneği vermek lazım: Krizin kaynağı olan 2000 yılında dış ticaret açığı 27 milyar dolardı. Son bir yılda 30 milyar dolar ve yıl sonunda beklenen değer 35 milyar dolar. Elbette 2004 yılı Türkiye Ekonomisi 2000 yılıyla mukayese kabul etmez bir şekilde daha büyük ve daha olumlu bir pozisyondadır.
Bu yazı bireylerin ve şirketlerin borç ve alacaklarını yönetirken dikkate almaları gereken bir analiz niteliğindedir. Özet: Kısa vadeli yerli ve yabancı sermaye hareketleri bir ülkeye girerken kuru olması gereken seviyenin altına düşürür, çıkarken de olması gereken seviyenin üzerine çıkarır. Cevabını aradığımız şey kısa vadeli seyyar sermayenin hangi şartlar altında ve ne zaman giriş çıkış yaptığıdır. En basit haliye aradığımız cevabın sorusu 'kurlar anormal oranlarda artacak mı, ne zaman?' 2001 yılında 1 $'ın 1.700.000 TL'yi aşmasından sonra 2004 yılında dolar kuru 1.300.000 TL'ye kadar geriledi. Şu anda 1.450.000 TL civarında seyrediyor. Borçlananlar için döviz kurunun gelecekteki değeri son derece önemlidir. Eğer döviz kuru artmayacaksa döviz borçlanmak çok avantajlı, yok eğer çok artacaksa Türk Lirası borçlanmak daha avantajlı. Tüm mesele 'borçlu ya da alacaklı olunan dönemde' ters tarafta bulunmamak. Dolar kuru ile ilgili yapılan bütün karşılaştırmalar ve endeksler döviz kurunun en az %30 civarında düşük kaldığını gösteriyor. Eğer bu endekslere inanıyorsak soracağımız doğru soru şu olacaktır: 'kurlardaki bu düşüş ne zaman telafi edilecek'. Kurlardaki bu düşüş reel bir düşüş değilde 'özel ve geçici' bir dönemin sonucuysa bu dönemin bileşenlerini ortaya koymak gerekiyor. IMF Başkan Yardımcısı Anne Kreuger, Temmuz başında yaptığı bir konuşmada: 'El koymak zorunda kaldığımız krizler eskiden cari işlemler açığıdan kaynaklanan krizler iken, şimdilerde bu sermaye hareketleri krizi olmuştur.' IMF'nin el koyduğu krizlerin neredeyse tamamı borçların ödenmeme durumunun veya riskinin ortaya çıkmasıyla meydana gelen krizlerdir. Bu bağlamda gelişmekte olan ekonomiler için borçlanmanın sürdürülebilirliği, ekonomide denge ve istkrarın adeta diğer adıdır. Sermaye hareketleri ve borçlanmanın sürdürülebilirliği Gelişmekte olan ülkelerin en fazla ihtiyaç duydukları kaynakların başında sermaye yer almaktadır. Borçlanmanın sürdürülebilirliğinin mümkün gözüktüğü dönemlerde yüksek reel faizlerden ve kârlardan istifade etmek isteyen uluslararası ve yurtdışındaki yerli sermaye (seyyar sermaye) hemen o ülkelere giriş yapar; borçlanmanın sürdürülemeyeceği ihtimali ortaya çıkınca da kârlarını realize ederek o ülkeyi hızla terk ederler. Türkiye'de IMF'nin patronajında yürütülen ekonomi politikalarının tek bir ortak paydası var: Borçlanmanın sürdürülebilmesini mümkün kılmak. Bu programa inanan 'seyyar sermaye' ülkeye giriş yapmaktadır. Kısa vadeli seyyar sermaye hareketlerinin ekonomik krizlerin potansiyel kaynağı olduğunu varsayımıyla Türkiye'nin bir ekonomik krizde olduğunu da söyleyebiliriz. Aşırı derecede sermaye girişi toplam döviz arzının toplam döviz talebinden fazla olmasına sebebiyet verdi ve kurlar düştü. Kurlar düşünce seyyar sermaye hareketlerinin reel kârları arttı, bu da ilave sermaye girişlerine sebebiyet verdi. Sonuçta bir döngü halinde kurlar baskı altına alındı, ithalat olağanüstü oranlarda arttı ve ihracat yapmak zorlaştı. Denklemimize geri dönelim: Eğer seyyar sermaye borçlanmanın sürdürülebilirliğine inanmazsa çeker gider ve arkasında krize girmiş bir ülke ekonomisi bırakır.. Peki bu seyyar sermaye ne zaman, hangi şartlar altında, hangi gelişmelerden sonra çeker gider? Bu sorunun cevabını bilirsek pozisyonumuzu ona göre alır zararlarımızı minimize edebiliriz. Seyyar Sermaye hareketlerinin takip ettiği en önemli kıstaslar: Faiz dışı fazla, dış ticaret açığı ve bu göstergenin bir türevi olarak ihracatın ithalatı karşılama oranı ile cari açıktır. Haziran sonu göstergeler: Faiz dışı fazla (ilk 6 ay): 15 katrilyon (öngörülenin üzerinde bir başarı). Dış ticaret cçığı (son bir yıl): 30 Milyar $ (83.6 Milyar $ ithalat-53,6 Milyar $ ihracat). İhracatın ithalatı karşılama oranı: % 64,11 (son bir yıl). Cari açık (son bir yıl): 12 Milyar $. Bu verilerdn faiz dışı fazla yıl için hedeflenen %6,5 oranını rahatlıkla tutturabileceğini gösteriyor. Dış ticaret açığının ne anlama geldiğini anlamak için şu örneği vermek lazım: Krizin kaynağı olan 2000 yılında dış ticaret açığı 27 milyar dolardı. Son bir yılda 30 milyar dolar ve yıl sonunda beklenen değer 35 milyar dolar. Elbette 2004 yılı Türkiye Ekonomisi 2000 yılıyla mukayese kabul etmez bir şekilde daha büyük ve daha olumlu bir pozisyondadır. Ancak her ekonominin kaldırabileceği yüklerin bir sınırı vardır. İthalatın ihracatı karşılama oranı %65'in altına inmiş durumda. Cari açık son bir yılda 12 Milyar $. Şimdi Seyyar Sermaye'yle ilgili öngörümüzü biraz daha netleştirebiliriz : Eğer dış ticaret açığı 35 milyar $'a ulaşırsa, ihracatın ithalatı karşılama oranı % 60 sınırına yaklaşırsa ve cari açık GSMH'nın % 5'ini aşarsa veya 15 Milyar $'a ulaşırsa Seyyar Sermaye 'ha'di bana eyvallah' der. Derse ne olur? Seyyar Sermaye giriş yaparken sağladığı döviz arz fazlası nasıl kurları baskı altına alıp düşürdüyse; yarın çıkış yaparken sebeb olacağı güçlü döviz satınalma talebi kurları yükseltecektir. Hatta bu yükselme döviz kurunu olması gereken kur seviyesinin üzerine çıkarabilir. Yukarıda dış işlemlere ait verdiğimiz rakamlar gerçekleştiği halde döviz kuruna hiçbir şey olmama ihtimali var mı? Avrupa Birliği'nin Türkiye'ye aralık ayında tarih vermesi uluslar arası yatırımcıların gözünde Türkiye'yi uzun vadeli yatırım yapılabilecek ülkeler kategorisine sokabilir. Bu da orta vadeli beklentileri olumluya çevirebilir. Verdiğimiz rakamları gören ithalatçılar daha ihtiyatlı davranabilir, özelleştirme ihalelerinde başarılı çalışmalar yapılabilir, IMF ile yeni bir anlaşma yapılabilir vb. gibi. Tüm bu faktörler yeni ilave dövizlerin Türkiye'ye girişini sağlayacağından döviz arz fazlası kalmaya devam eder ve dış açık finanse edilebilir. Ancak tiyatro sahnesinin duvarına asılan tüfeğin her ne kadar ne zaman patlatılacağı kesin değilse de patlatılacağı kesin gibidir. Şimdi Seyyar Sermaye'nin aklının bir köşesinde kurların her an artabileceği endişesi duvara asılmış bekliyor. AİHM'nin 'Öteki' ile imtihanı Öteki'yi 'Müslüman' diye okuyunuz. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin Leyla Şahin dolayısıyla verdiği kararla belirginlik kazanan şey, mahkemenin ëöteki'ye biçtiği hukuk anlayışıdır. Artık bu karar emsâl mi olur bilinmez, ama kararın yol açacağı yansımaların hiç de sağlıklı olmayacağı besbelli. Aslında verilen mesaj açık ve net: Judeo-Hıristiyan modelin biçimlendirdiği tarz-ı hayattan başkasına (ötekiye) geçit yok. 'Geçit yok' ifadesi tabii ki, içerisinde semantik bir 'yasak' anlamına işaret ediyor. AİHM'i suçlamak, yapılacak en son şeydir. Zira başörtüsü ülkenin iç meselesidir ve toplumsal barış, uyum, diyalog, empati gibi kavramlar ışığında çözülebilir. Ama Avrupalı'nın genel anlamda, 'öteki'ye bakışının değişmediğini ve değişmeyeceğini bir kez daha gün ışığına çıkartmasıyla anlamlı bir karar. Çok yazılıp çizildi. Lakin tekrar etmekte fayda var. Oryantalizm bugün bile Avrupalı'nın Doğu'ya (orient) bakışında pusula görevi görüyor. Oryantalizmin dayandığı temel, Said'in Michel Foucault 'dan esinlenerek aldığı bilgi/iktidar ikili temasının ortaya koyduğu 'bilmek, hakim olmaktır!' argümanıdır. Oryantalizme göre Doğu tek tip kalıplardan mürekkep, geri ve şekillendirilmeye muhtaç, edilgen bir coğrafyadadır. [Ortanyantalizmin eleştirisi için bkz. Oryantalistler ve İslamiyatçılar, Ed: Asaf Hüseyin, Robert Olson, Cemil Kureşi, İnsan Yayınları] Ayrıntılara girmeden denilebilir ki, emperyalizm uzun zaman bu tuhaf felsefi arkaplan üzerinden siyaset yaptı. Bu siyaset etme tarzı şimdi AİHM aracılığıyla mı yürürlüğe sokuluyor? Bir bez parçasına indirgenmeyecek kadar spesifik olan başörtüyü böyle tek kalemde silip atmak siyâsetin âlâsı olmuyor mu? Hukuk denilen şey, sadece siyasi ölçütler dikkâte alınarak açıklanamaz. Belki de siyaset belirlenimi kadar hukuk'a zarar veren pek az şey vardır. Hukuk en başta muhatap olduğu meselenin aktörlerini anlama çabasıdır. Anlama da empati ile olur. Peki ama adama sormazlar mı? Hani sizin dünyanızda (Avrupalı'nın) empatinin, hümanizma ruhunun vazgeçilmez yerleri vardı? Yoksa işinize geldiği zaman mı bunlar yürürlüğe giriyor? Eğer böyleyse, ki öyle görünüyor, bazı şeyleri sorgulamak gerekmiyor mu? Mesela, Avrupalı'nın ürettiği ve dolaşıma soktuğu demokrasi, insan hakları, eşitlik gibi unsurlar evrensel deniyor. Eğer, yalnızca Avrupalı'nın (genelde Batılı'nın) huzuru, güvenliği için varsa, sözkonusu değerleri evrensel diye iddia etmek komik olmuyor mu? 'Öteki'nin bunlardan yararlanma hakkı yoksa bunların geçerliliği hepten iflas etmiyor mu? Ve son soru: Bütün bunlardan başka, AİHM'nin geçerliliği hepten iflas olmuyor mu?. Cehalet yenilirse ârifler çoğalır Reklam ve gerçek Saymakla bitmeyecekmiş gibi görünen bu imkansızlıkları bilhassa ilim ehli daha iyi bilir, misal olarak daha fazlasından bahsetmeğe ihtiyaç yok! Bu birkaç misalden de çok açık olarak anlaşılabileceği gibi, "imkansız yoktur (Impossible is nothing)" demek, çok büyük bir yanlıştır. Bunun gibi büyük yanlışları toplumun fertlerinin beyinlerini yıkayıp onları gerçeklerden uzaklaştıracak şekilde, iletişim çağının bütün imkanlarını kullanarak reklam görünüşü altında bir hak ve hürriyet gibi neşretmeğe çalışanları durdurmak hususunda, "İmkânsız yoktur"; ama gereği ilgililer tarafından niye yapılmıyor?
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |