AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

K R O N İ K  M E D Y A
Aziz Üstel'den kaçırılmaması gereken bir hikaye

Yakınlarda Vatan'dan Arda Uskan'ın Aziz Üstel ile yaptığı röportajın özellikle bir bölümü kaçırılmaması gereken bilgiler içeriyordu...

Röportajın bu öğretici mi öğretici faslı bir zamanlar, yani Cem Duna'nın genel müdür olduğu dönemde Aziz Üstel'in ülkenin tek kanalı olan TRT ekranında bir müddet sürdürdüğü "Talk Show"un yolaçtığı gelişmelere ilişkindi.

Aziz Üstel, o zaman TRT içinden bazı yöneticilere olduğu kadar izleyicilerin önemli bir bölümüne de yadırgatıcı gelen programını şöyle anlatıyordu: "O zamanki TRT'yi düşün. Bacak bacak üstüne atmak yasak, senli benli konuşmak yasak. Ben bunların hepsini yaptım. 'Bu adamı kim ekrana çıkarıyor' diye kıyamet koptu."

Fakat bekleyin, acele etmeyin; hikayenin en hoş tarafı şimdi başlıyor:

"Cumhurbaşkanı resepsiyonuna davet edilmişim. Kenan Evren dönemiydi. Sıra halinde teker teker girip el sıkışıyoruz. Sıra bana geldi. Kenan Evren elimden tuttu yanına çekti. Evren, ben, kızı yanyana duruyoruz. Gelen gidenin elini sıkmaya başladım. Garip bir durum. Mesela Sezen Aksu geliyor, elimi uzatıyorum. 'Aa Aziz!..' diyor. Meğer Evren benimle konuşmak istermiş. Bir fırsatını buldu. 'Senden hiç memnun değilim' dedi. 'Neden efendim' diye sordum. 'Sen benim karşıma geçiyorsun, bacak bacak üzerine atıp sigara içiyorsun, kahkahalar atıyorsun.' Şaşırdım. 'Efendim zatıalinizi ilk defa görüyorum. Ben sizin karşınızda ne zaman sigara içtim' deyince de 'Televizyonda içiyorsun' cevabını verdi. 'Oraya çıkınca, Kenan Paşa o televizyonu seyrediyor diye düşüneceksin.' Ve nitekim..."

Ne dersiniz, haksız mıyız? Televizyon icat edileli beri bundan daha hoş bir hikaye dinlediniz mi? Televizyon ekranına çıkan herkes "Karşımızda Kenan Paşa var, o halde hazırooool!" ruh hali içinde olacak!

Bize sorarsanız, Aziz Üstel'den dinlediğimiz bu hikaye 12 Eylül rejiminin hayal gücünün "Büyük birader"cilik oyununda nerelere vardığını gösteren hikayeler içinde çok özel bir yere sahip. Hatta daha da beteri; çünkü hatırladığınız gibi Orwell'ın "Büyük birader"i bu izleme-izlenme işini sonuç olarak teknoloji yoluyla becerebiliyordu. Oysa bakın "Kenan Paşa" televizyon ekranına çıkanlardan daha da fazlasını istiyor: "Oraya çıkınca, Kenan Paşa o televizyonu seyrediyor diye düşüneceksin."

Bize göre iletişim kuramları açıklanırken başvurulabilecek nefis bir örnek hikaye bu.

Bu memleketin insanları olarak farklı iletişim araçlarının kullanımı sırasında yaşanan benzer olayların yabancısı değildik. Mesela, kimi bürokratların "alt-üst" ilişkisi içinde yukarıdan gelen telefonlara ceketlerinin düğmeleri ilikli ve esas duruşta cevap verdikleri yolundaki hikayeleri şahit olmasak bile epeyce dinlemiştik... Ama yolundan çıkmış bu "hiyerarşik" ruh halinin televizyon ekranı karşısında da akıldan çıkmadığına inanın ilk kez şahit oluyoruz...

Ne diyelim, verilmiş sadakamız varmış... Ya 12 Eylül'de asker "kışlasına dönmeyip" de "Kenan Paşalar" hâlâ aynı ruh hali içinde televizyon ekranının karşısına geçiyor olsalardı ne yapacaktık? Hiç kuşku yok ki şöyle sahneler yaşanacaktı: "Hey sen, etrafındaki kızlara şaklabanlık yapan adam! Bakıyorum benim varlığımı unutmuş görünüyorsun... Ya programı hemen kapayıp defol, ya da esas duruuuşş! Lâubaliliğin yeri değil orası..."

Ya da belki de şöyle sahneler:

"Hey sen, iktisatçı kılıklı herif! Kötümser fikirlerini millete aşılamaya mı çalışıyorsun sen? Ağzından bu yönde bir tek laf daha çıksın, bak bakalım karartılmış ekranının karşısında kimse kalacak mı? Programın geri kalan bölümünde sen değil, yanındaki adam konuşacak unutma!"

Bakın, Aziz Üstel'den dinlediğimiz hoş hikaye bizi nerelere getirdi, hayalgücümüzü nasıl çalıştırdı... (K.B.)


Hâlâ mı 'İmam Ali Türbesi', hem de Birgün'de?

Taa mayıs ayında alıntılamıştık ama Vatan'dan Haşmet Babaoğlu'nun şu satırlarını mutlaka hatırlayacaksınız:

"Dünyaya hangi gözle ve gözlükle bakıyoruz? Medyamız bazen öylesine tembel, bazen öylesine kendisine yabancı ki, bize dünyadan haberler taşırken bildiklerimizi bile unutturan bir 'gözlük' kullanıyor. O 'gözlük' bizi bize yabancılaştırıyor. Siyasal kamplaşmaların pencerelerini veya ulusça seçtiğimiz uluslararası ufkumuzu kastetmiyorum. Sakın yanlış anlamayın. Daha çok ayrıntılarda ortaya çıkan, kendini derinden hissettiren bir yabancılaşma ve 'kültürel yoksullaşma' halini kastediyorum... Bu 'gözlük' dünyayı ABD'nin gözünden gösteriyor; İngiltere'nin, Rusya'nın gözünden gösteriyor.

"İşte sıradan bir örnek: Birçok gazetemizde satırı satırına aynı ifadelerle yer alan, rutin ve küçük bir haber. Şöyle... Mehdi Ordusu milisleri Necef şehrinin tarihi mezarlığında mevzilendiği için Amerikan ordusu tanklarla mezarlığa girmiş. Haberde bu bakımdan önemli sayılacak nokta şöyle anlatılıyor: 'Çatışmalarda Hz. Muhammed'in damadı İmam Ali'nin türbesi hasar gördü.'"

"Haberi ajansına geçen Amerikalı muhabir için hasar gören türbe İslam peygamberinin 'damadının türbesi'dir ve önemi oradadır... O muhabirin gözünden baktığınızda olayın yerel toplumda yaratabileceği infialin boyutlarını Batılı okura aktarabilmek için bu tür bir açıklama normal ve gereklidir. Ama bizim bu iki paragraftık haberde böyle bir ansiklopedik titizliğe gereksinimimiz yok ki!.. Sadece 'Hz. Ali' demek (Amerikalı muhabire pek bir şey anlatmasa da) bizim kültürel hafızamızda bir anda 'peygamberin damadı olmasından Sah-i Merdanlığına; keskin kılıcından kararlı barışçılığına; kendisinin çektiği çileden oğullarının gördüğü zulme' kadar pek çok şeyi canlandırır. (...) Ayrıca Amerikalı muhabirin haberini dayandırdığı Şii yerel kaynaklar açısından 'İmam Ali Türbesi' ifadesi doğrudur. Ama belli ki, önlerine gelen haber metninde gördükleri 'İmam' sözcüğü arkadaşlarımızda bir çağrışım yapmamış ve öylece bırakmışlar."

Babaoğlu'nun 15 Mayıs'ta kaleme aldığı bu haklı eleştiri epeyce etkili oldu, gazeteler yavaş yavaş "İmam Ali Türbesi"ni bıraktı, "Hz Ali Türbesi"ne geçti; çeviriden, telife... Ama biri hariç... İşin ilginci, o "hariç" gazete "Dünyayı ABD'nin, İngiltere'nin, Rusya'nın vb. gözünden gösterme" konusunda en fazla titizlenen, böyle bir iddia taşıyan gazetelerden biriydi.

Evet, Birgün gazetesi ısrarla ve "istikrarlı" bir şekilde haberlerinde "İmam Ali Türbesi"ni kullanıyor. Son iki güne bakalım: Birgün'ün 23 Ağustos tarihli nüshasının Dış Haberler sayfasının birinci haberi "ABD TANKLARI İMAM ALİ TÜRBESİ'NİN KAPISINDA" başlığını taşıyor, bu ifade haberin içinde defalarca tekrar ediliyordu. Haber, bir gün sonra, 24 Şubat'ta bu kez sürmanşetteydi ve şöyleydi: "TÜRBEYİ DE VURDULAR... Irak'ın Necef kentinde 15 gündür kuşatma altında tutulan İmam Ali Türbesi'nin duvarı çatışmada isabet aldı..."

Birgün'ün ısrarla ve istikrarla "İmam Ali"den söz etmesi konusunda aklımıza gelen ihtimaller şöyle: 1. Gazete yazıişleri hâlâ farkında değil, işi "çeviri"yle götürüyor... 2. Hatanın farkındalar fakat "oldu bir kere" deyip sürdürüyorlar... 3. Aralarında tartışmış ve kendi kullanımlarının daha doğru olduğu yönünde bir kanaat geliştirmiş durumdalar...

Eğer üçüncü şık geçerliyse gerekçelerini anlatsalar keşke... Belki herkes konuyu yeniden değerlendirme fırsatı bulur... (A.G.)


'O bariyerin önünde birçok bay, bayan fotoğraf çektirdi'

Dünkü Kronik Medya'da yer alan "'Doğru kadraj' Hürriyet'te" başlıklı yazımızla ilgili olarak bize ulaştırılan bir "tanıklık"ı aktarıyoruz... Hatırlayacaksınız, üç gazete (Hürriyet, Milliyet, Vatan) 23 Ağustos tarihli nüshalarında, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın, kendisiyle fotoğraf çektirmek isteyen bir kadına "göbeği açık" olduğu gerekçesiyle "bariyerin arkasında" yer göstermiş, ancak o şekilde fotoğraf çekilmesine rıza gösterdiğini yazmışlardı. Gene hatırlayacaksınız, Milliyet ve Vatan'ın fotoğraflarında "göbeği açık bayan"ın yanında, aynı karede başı örtülü bir kadın varken, Hürriyet, başı örtülü kadını kare dışında bırakacak, böylece kendi varsayımını güçlendirecek bir versiyonu tercih etmişti. İşte bu yazıyla ilgili olarak o gün o anda orada bulunan bir muhabir bize aşağıdaki mektubu gönderdi. Muhabir, adını ve çalıştığı kurumu bize yazmış ama gazetede ilan edilmesini istememiş. Biz bu talebi "anlaşılabilir" bulduk. İşte bize gönderilen mektup... (A.G.)

Kronik Medya köşenizdeki "Doğru Kadraj Hürriyet'te" yorumunuz ve o fotoğraflarla ilgili gerçekleri sizlerle paylaşmak isterim. Bizzat o fotoğrafın çekildiği anda orada bulunuyordum ve Başbakan'ın söylediği sözlere de bizzat şahit oldum. Handüzü Yaylası'ndaki şenliklerde protokolün önü çok kalabalıktı. Söz konusu "göbeği açık" bayan parti üyesi olduğunu ve Başbakan ile fotoğraf çektirmek istediğini belirterek korumalardan müsaade istedi. Korumaların müsaadesinin ardından bayan ve korumalar fotoğraf isteğini Başbakan'a iletti. Fakat bayanın etekli olması ve protokolün önündeki bariyerler bulunduğu yerden bayanın Başbakan'ın yanına gitmesine engel teşkil ediyordu. Tam bu esnada Başbakan kısa bir düşünmenin ardından "Siz orada durun o şekilde fotoğraf çektirelim" dedi. Bunu da tamamen bayanın yanına geçmesinin zor olduğunu anladığı için söylediğine inanıyorum. Ayrıca bu şekilde birçok bay, bayan fotoğraf çektirdi. Olay kesinlikle söz konusu gazetelerin yorumladığı gibi değildir.


25 Ağustos 2004
Çarşamba
 
YÖNETENLER: Kürşat Bumin
Alper Görmüş


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED