AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Bugünkü Yeni Şafak
Y A Z A R L A R
Eğitim-Sen davasında farklı iki yorum (2)

Eğitim-Sen hakkında tüzüğünde yer alan bir maddeden ("Toplumun bütün bireylerin (...) bireylerin ana dillerinde öğrenim görmesini ve kültürlerini geliştirmesini savunur") dolayı açılan kapatma davasını gözden geçiriyorduk... Davaya bakan Ankara 2. İş Mahkemesi "davanın reddine" karar vermiş, Yargıtay ise bu kararı bozmuştu. Dünkü yazıda Yargıtay kararından söz etmiştim. Bu kararda, İş Mahkemesi'nin kararına yönelik "teknik" diyebileceğimiz bir itirazın dışında yeni bir şey yoktu. Yargıtay, özellikle Anayasa'nın dün aktardığım iki maddesini esas alarak ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin iki maddesini yine "alışılmış" tarzda yorumlayarak İş Mahkemesi'nin kararını bozuyordu.

Dünkü yazıda söylediğim gibi bugün de Ankara 2. İş Mahkemesi'nin kararını değerlendirmeye çalışacağım. Söylemiştim; önümüzdeki iki karar karşılaştırıldığında, İş Mahkemesi'nin kararı çok daha "çağdaş" bir nitelik arzediyordu.

İş Mahkemesi, kararında önce "milletlerarası antlaşmalar"ın iç hukukumuzdaki yerini uzun uzun açıklamış. "Bunlar hakkında Anayasa'ya aykırılık iddiasıyla Anayasa Mahkemesi'ne başvurulamaz. Usulüne uygun yürürlüğe konulmuş temel hak ve hürriyetlere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır."

Görüyorsunuz; bizlere "yeni" ve "medeni" dünyanın kurallarını ve dolayısıyla günümüzde "hukuk"un artık niçin "yerel" olamayacağını hatırlatan güzel satırlar bunlar...

Kararda bu hususun (yani "milletlerarası antlaşmalar"ın işgal ettiği konumun) önemi birkaç kez tekrarlanmış. Tekrarlanmış, çünkü Ankara 2. İş Mahkemesi davayı reddederken asıl olarak bu zemini esas almış. Mesela şu tekrar: "Bu dava ile ilgili ayrıca kaideler hiyerarşisinin (kurallar dizini) tartışılması gerekmiştir. Kaideler hiyerarşisinde üstte Anayasa, sonra yasa, ondan sonra tüzük, en sonra da yönetmelik gelmektedir. Ancak Birleşmiş Milletler Antlaşması, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, İnsan Hakları ve Ana Hürriyetlerini Korumaya Dair Sözleşme ve buna ek protokol Anayasa'nın da üzerinde yer almaktadır."

Mahkemenin önündeki davaya ilişkin değerlendirmesi de şöyle: "Her dava açıldığı tarihteki koşullara göre görülüp sonuçlandırılmalıdır. Davalı sendikanın tüzüğünde bulunan hükümler mahkememizce Türkiye Cumhuriyeti'nin toprak bütünlüğüne, ulus bütünlüğüne, devletin tekliğine, sınırların değişmezliğine karşı bir tehlike olarak görülmemiştir."

Ne karar güzel bir sonuç... Gerçekten de, bir örgütün "anadilde eğitim" talebinde bulunmasının sıralanan tehlikelerle ne gibi bir ilişkisi olabilir?

Devam: "Kapatılması istenen sendikanın yukarıda belirtilen ilkelere aykırı davrandığı konusunda dosyada somut bir belge ve veri bulunmamaktadır. Mahkemeler kuşkuya ya da gelecekteki olabilecek olasılıklara göre hüküm veremezler. Kuşkulanılan konu tüzükte bulunan hükmün Türkiye Cumhuriyeti'nin bütünlüğüne karşı olanlar tarafından kullanılıp kullanılmayacağı konusudur."

Dolayısıyla, "Kapatılması istenen sendika tüzüğünün 2. maddesinin b bendi hükmünün Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 10. ve 11. maddelerine mahkememizce bir aykırılık görülmemiştir. Üst paragraflarda açıklanmaya çalışıldığı gibi her dava açıldığı tarihteki koşul ve hükümlere göre sonuçlandırılacaktır. Davalı sendikanın yasa dışı herhangi bir işlem ve eylemi de görülmemiştir." Ve "Hüküm": "Davalı sendikanın kapatılma istemi mahkememizce yerinde görülmediğinden REDDİNE."

Görüyorsunuz; Ankara 2. İş Mahkemesi'nin kararı çok daha "çağdaş" bir hukuk yorumuna dayanmıyor mu?

Kararın herhalde en "can verici" noktası şu satırlardır: "Mahkemeler kuşkuya ya da gelecekteki olabilecek olasılıklara göre hüküm veremezler."

Yoksa, yani verirlerse ne olur? Ne olacak, bugüne kadar ülkemizde de sıkça rastlandığı gibi ortaya davalıların "niyetlerini okuma" yöntemini esas alan kararlar çıkar ki, bunun çağdaş suç ve ceza kuramı ve pratiği açısından ne gibi bir değeri olur, siz düşünün...

Mahkeme bence de çok haklı; "anadilde eğitim" gibi gayet mütevazı bir istekten müthiş bir süratle "Türkiye Cumhuriyeti'nin toprak bütünlüğünü" parçalamak gibi "ağır" tehlikelere ulaşan kararlar toplum vicdanında ne derece kabul görür? Bu derece uzun atlamalara ne gerek var? Eninde sonunda "anadil"den, analarımızın dilinden söz etmiyor muyuz?

Dolayısıyla ben onu bunu bilmem; benim için de her işin başı "bâsiret"tir.


1 Aralık 2004
Çarşamba
 
KÜRŞAT BUMİN


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED