AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Bugünkü Yeni Şafak
K R O N İ K  M E D Y A
Hürriyet de uyandı ama geç uyandı!

Evet, nihayet gazetenin başyazarı Oktay Ekşi de, bir haftalık bir rötarla Uğur'un öldürülmesi meselesine el atmış bulunuyor... Ekşi'nin "Hesabı hemen sorulmalı" başlıklı bu başyazısında dikkat çekmemesi imkansız bir iki cümle var. Gerçi bir haftalık rötardan sonra atılan "Hesabı hemen sorulmalı" başlığındaki "hemen" sözcüğü de insanı gülümsetmiyor değil ama...

Uğur Kaymaz, babası ile birlikte ve evlerinin önünde 21 Kasım günü polis kurşunlarıyla öldürüldü.

Uğur'un öldürülmesine ilişkin haberler bir haftadır medyada.

Ancak unutmayalım; resmi çevrelerce hakkında henüz ciddi bir açıklama yapılmayan bu olay bir haftadır özellikle "bazı medya kuruluşları"nda haber...

"Bazı medya kuruluşları" ise, bugüne (30 Kasım) kadar olaya kayıtsız kalmayı veya gazetecilik jargonuyla olayı "görmemeyi" tercih etti.

Bu ikinci kategoriye giren medya kuruluşların başını Hürriyet çekiyordu. Hürriyet, yani habercilik açısından ülkenin en donanımlı gazetesi...

Ama takdir edersiniz ki her "suskunluğun" bir sonu var; dolayısıyla nihayet Hürriyet de (30 Kasım) bu konuya el attı... (Kimsenin hakkını yemeyelim; gazetenin 28 Kasım tarihli sayısında "Kızıltepe olayı ile müfettiş göndermiş" başlıklı kısacık bir haber de yer alıyor.)

Evet, nihayet gazetenin başyazarı Oktay Ekşi de, bir haftalık bir rötarla Uğur'un öldürülmesi meselesine el atmış bulunuyor...

Ekşi'nin "Hesabı hemen sorulmalı" başlıklı bu başyazısında dikkat çekmemesi imkansız bir iki cümle var. (Gerçi bir haftalık rötardan sonra atılan "Hesabı hemen sorulmalı" başlığındaki "hemen" sözcüğü de insanı gülümsetmiyor değil ama...)

Ekşi'nin başyazısının ilk cümlesi şöyle:

"Gecikmiş olmak, görevi yapmamayı gerektirmiyor."(!)

Görüyorsunuz, büyük rötardan başyazar da şikayetçi gibi...

Başyazı şöyle devam ediyor:

"Başbakan Tayyip Erdoğan'ın Uluslararası Basın Enstitüsü (IRI) Yönetim Kurulu onuruna verilen yemekte yaptığı konuşmayı ele almaya niyetliydik. Kızıltepe konusunda daha fazla geçikmemek için onu erteliyoruz. Meslektaşlarımızdan bazıları, bizden daha önce konuya eğildiler. Türkiye'yi ilgilendiren yüz meseleden 99'unda farklı düşündüğümüz kalemler bile, bu konuda altına imza atacağımız makaleler yazdılar."

Görüyorsunuz, başyazarın söz konusu "rötar"dan dolayı "pişman" bir hali bile var...

Peki şimdi soralım: Eğer bugüne kadar birkaç kez açıkça belirtildiği gibi (gazete yönetiminin hoşuna gitmeyen bir "başyazı"dan dolayı hemen ertesi günü bizzat Ekşi de belirtmişti) Hürriyet'in "başyazıları" gazeteyi bağlayıcı bir nitelikte ise, bu durumda Uğur hakkındaki başyazının yaşadığı rötarın açıklaması da yine bu çerçevede mi değerlendirilmeli?

Bir "başyazar" için hiç de iç açıcı bir durum değil doğrusu...

"Gecikmiş olmak, görevi yapmamayı gerektirmiyor. (...) Kızıltepe konusunda daha fazla gecikmemek için onu erteliyoruz..."

Bir "başyazar" için kaleme alınması son derece zor satırlar olsa gerek bunlar...

Uğur 21 Kasım'da öldürüldü. Ülkenin en büyük gazetesinin başyazarı konuyu ele almak için ancak 30 Kasım'da fırsat bulabildi...

Habercilikte (ve de "başyazarlıkta") "nal toplamak" böyle bir şey olsa gerek... Ama unutmayın, buradaki "nal toplamak" bilinçli bir tercihtir. (K.B.)


Sizi keşfedene şükürler olsun!

Biz atlamışız, çok hoş bir hikayeymiş doğrusu...

Radikal'den Hakkı Devrim dikkatimizi çekmese az kalsın güme gidecekmiş...

Meğerse Hürriyet'in "Atıf Hoca"sı geçen gün köşesinde şöyle laflar etmiş:

"Geçenlerde bir partinin genel başkan yardımcısı ile konuşuyoruz. 'Hoca' dedi 'biz siyasi partiler olarak Ertuğrul Özkök'ün ağzına bakıyoruz. Toplumun seyir defterini ondan takip ediyoruz. Bizim yeni bir şey düşündüğümüz, yeni bir şey getirdiğimiz yok.'

"Geçen Perşembe akşamı da sevgili Osman Müftüoğlu ile konuşuyoruz. 'Hoca' dedi, 'son yıllarda Türk insanı beslenme ile uzun yaşam, reklam ile satış arasındaki bağlantıyı keşfetti.'

"'Doğru' dedim ilkinin ürünü sen ikincisinin ürünü benim. Sanki sözleşmişiz gibi ağızlarımızdan aynı sözcükler çıktı: 'Peki bizi kim keşfetti?' Birbirimizin yüzüne bakarak hönkürdük: 'Ertuğrul Özkööökkk'.

"Hürriyet, Türkiye'deki toplumsal değişimin en büyük tetikleyicisi. Hürriyet'in sarsılmaz gücü burada. Peki, bu gücü nereden alıyor? Hadi onu da siz bulun bakalım..." (!)

Görüyorsunuz, bir köşe yazarının mesleğinde kaçınması gereken gerçekten sakil davranışlardan birisi ile karşı karşıyayız... Bir köşe yazarı, "sevgili" (bu sözcük de artık çok can sıkıcı bir hale geldi) bir başka köşe yazarının da şahitliğiyle genel yayın yönetmenini köşesinde göklere çıkarıyor!

Hakkı Devrim, gözünden kaçmayan bu uygunsuz davranışı bakın ne güzel değerlendiriyor:

"Gazetecilikte güç odaklarına, bu meyanda patrona veya yayın yönetmenine (vaktiyle bu iki nitelik çoğu zaman aynı kişide buluşurdu) tebaiyet ve ibadet diye bir gelenek ve anlayış yoktur. Kazara olduysa öğünerek ilan edilecek hal de değildir. Gazetecilik, kendisini en yakın hissettiği güç odaklarıyla da, hayran (veya şükran borçlu) olduğu meslek büyükleriyle de arasında belli bir mesafeyi koruyabilenlerin mesleğidir."

Çok güzel ve çok yerinde bir değerlendirme doğrusu...

Gerçekten de ne günlere kaldık....

Çok da merak etmiyoruz ama (çünkü konuştuğumuz satırlar yönettiği gazetede yayımlanıyor) yine de soralım:

Bu "sivil" ("çırılçıplak" anlamında!) satırlar Hürriyet genel yayın yönetmenini gerçekten memnun ediyor mu?

Bu sorunun cevabı olumlu ise o zaman durum çok daha vahim demektir. (K.B.)


Meteoroloji, medyanın gazına mı geldi?

25 Kasım Çarşamba sabahı CNN Türk'ün saat 11 haberlerinde "Afet Koordinasyon Merkezi"ne bağlandık ve oradan yayın yapan muhabirin şu sözlerini dinledik: "Meteoroloji yetkilileri, şu anda Balkanlar üzerinde olan karlı sistemin bir saat sonra İstanbul üzerinde olacağını ve şehrin üstünde yoğun bir kar yağışının başlayacağını belirttiler..."

Öyle bir şey olmadı, bunu biliyorsunuz... Birkaç gazete köşesinde şaka yollu "meteorolojinin gaza geldiği" yorumları yapıldı, mesele kapandı. Bu yorumlara göre "meteorolojinin dediğinin tersini yap" yılları geçilip, gerçekten isabetli tahminlerin yapıldığı yıllara ulaşılınca, yetkililerde bir özgüven patlaması yaşanmış, bu da onları isabet kaydetmenin mümkün olmadığı kesinlikte tahminler yapma konusunda kışkırtmıştı...

Kanaatimizce de var böyle bir "özgüven patlaması", fakat "müsebbip" faslında medyanın "gaza getirme" işlevini saymazsak, tablo eksik kalır.

Medya, doğası gereği sürekli merak uyandırmak, beklenti yaratmak ister... Geçtiğimiz hafta çarşamba akşamı ve perşembe öğleden önce insanları televizyon karşısında mıhlamanın en garanti yolu, kar yağışının hangi saat dilimi içinde olacağını duyurmaktı... Muhabirlerle Meteoroloji yetkilileri arasındaki diyalogları duymadık, o nedenle rezerv koyarak söylüyoruz; medyanın teşvikleri, sırt sıvazlamaları, kışkırtmaları olmasaydı hiçbir meteoroloji yetkilisi o kesinlikte tahminlerde bulunmazdı gibi geliyor bize...

Neyse, oldu bir kere, ama Meteoroloji'nin bir daha gaza geleceğini hiç sanmıyoruz... (A.G.)


1 Aralık 2004
Çarşamba
 
YÖNETENLER: Kürşat Bumin
Alper Görmüş


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED