|
|
|
Bugünkü Yeni Şafak |
|
|
|
|
|
|
Birey, bireysellik, sorumluluk, etik kavramlarını kökünden etkileyen bir bilgi ve teknoloji çağını soluyoruz. Bu çağı, ulus-devletten sanata, uluslararası ilişkilerden sermaye hareketlerine, toplumsal taleplerden enformasyona kadar merkezi anlayış ve referansları altüst eden post-modern oluşumlar tanımlıyor. Çağ, gücünü geçmişten almayan, yarın adına bugünü feda etmeyen, geleceği bugün içinde kuran bir anlayışın çağı… Bu açıdan henüz ışıkla aramıza set çeken perdelerin hepsi açılmadı. Esen rüzgar dışa açık, ama mevcut yapı kimi unsurlarıyla hala içe dönük… Batı'nın ekonomisi, kültürü, siyaseti ile ülkeye nüfuz etmesinin yarattığı "ağır karşılaşma"nın, geçen yüzyılın travmasını, özellikle zihniyet düzeyinde yer yer yaşamaya devam ediyoruz... Modernliğin "iki temel unsuru"ndan "merkezileşme"yi benimserken "farklılaşma"yı yok sayan; yani merkezileşmenin karşı ağırlığı olan bireyleşmenin önünü tıkayan, buradan hareketle devlet dışında özerk alanların oluşumunu dışlayan bir modernlik uygulamasıyla ikiye katlanan bir travmadır bu... Bu travma Türk siyasetinin, Türk sağı ve Türk solunun öyküsü olmuştur. Türkiye'nin kaderine hükmeden partilerin varlıkları ve politikalarının özünü oluşturmuştur. Bu travma yüzünden, sağ, tüm toplumsal eşitsizliklerin ve ahlaksal çöküntülerin faturasını Batı modernliğine, buradan hareketle hep "öteki"ye çıkarmıştır. Sol ise tüm faturayı buraya, bu ülkenin kültürü ve yerel değerlerine çıkarmayı tercih etmiştir. Siyasi açıdan alabildiğine Şarklılığın, kültürel açısından alabildiğine Şark karşıtlığının getirdiği yırtılma parçalı, faydacı, devletçi, değişim karşıtı bir söylemin temelinde yatmıştır. Sağ, solu ve diğer kimlikçi siyasetleri kesen eğri düz bir eğiridir: Her farklıyla kültürel, siyasi her temas, her benzeşme, her değişme ve etkileşim bu Türkiye'yi ya da Türkiye'deki (Alevi, Kürt, Türk, Sünni, vs) grupları, sorunları mucizevi bir şekilde çözmesi beklenen köken mitolojisine, yani içe kapalı milliyetçiliğe ya da türlü köktenciliklere doğru itmiştir. Sonuç olarak Kemalizm, İslamcılık, ülkücülük, solculuk, son dönemlerde Kürt merkezli hareket kültürel ya da ideolojik köken üzerine kurulu tepkilerle siyasallaşmaktan öteye geçmemişlerdir. Aralarındaki çatışmalarda Batı'yı, Batı modernliğinin kurumlarını parçalı ve keyfi olarak ele almışlar, referans haline getirilmiştir. Sokaktaki yansıma da farklı olmamıştır. Mağdurlar birey haklarından, diğerleri devletten söz etmişlerdir. Biri birey hakkından hareketle bireysiz kamu düzeni söylemini, diğeri farklılaşmayı reddeden insansız bir çağdaşlık söylemini yüceltmiştir. Ne var ki mağdur ve egemenlerin ortak paydaları ayrım noktaları kadar kuvvetli olmuştur: "İnsan"ı ve "özgürlüğü" işlevsel ve faydacı olarak tanımlamak... Daha doğrusu kendi çıkarına uygun hale getirerek (benimsemek için) stratejik analizler ya da (reddetmek için) komplo teorileri üzerine oturtmak.... Bunun sonucu olarak kendi içinde farklılıklar içeren toplum yerine "tektip şahıslar" ve "tek amaçlı kurumlar"dan oluşan milletten yola çıkmak... Tersini iddia edenleri, yani kendi iç farklılıklarına işaret edenleri manipülatör, hain, provokatör ilan etmek... En nihayet ilkeleri, "kendi kimliğinin doğal, tarihi ve siyasi haklılığı" inancıyla bezemek ya da bozmak... Bu ortak paydalardan üreyen siyaset ise kişi ve kurumların durumlarına göre bu iki uç arasında pozisyon değiştirmeleriyle can bulmuştur. Toplum algısında totaliter, yönetim algısında otoriter damarlar üretmiştir. Aslında bu düzende, bu zihniyette yerel ve yerli değer mahalli; evrensel değer ise yerel olmuştur... Çatışma zihinlerde, şarkın fiili otoritesi ile Batı'nın hayali bireyi arasında yaşanmıştır. Ülke hayali olandan uzaklaştırıldıkça içine kapanmış. Fiili olana yaklaştıkça kaosla tanışmıştır. Bu öykü yıllarca böyle sürdü. Hala sürüyor.
|
|
![]() |
Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon Sağlık | Arşiv | Bilişim | Dizi |
© ALL RIGHTS RESERVED |