|
|
|
Bugünkü Yeni Şafak |
|
|
|
|
|
|
Onun celalini severdim.
Yılda birkaç defa karşılaşırdık. Bazen sokaklarda. Ya bir eyleme gidiyor olurdu, ya mukabeleden dönüyor. Panellerin müdavimlerindendi. Sordukça sorardı. "Bu çarşaflı kadının" soruları cevaplardan ziyade ilgilendirirdi salondakileri. Gönlümü, gönlünün içinde eritişi Hicaz topraklarında. İstanbul'da daima siyahlar içinde gördüğüm Süreyya Abla, Mekke'de bembeyazdı. Yine mükrim,yine tavizsiz. Ama mutmain. Arafat'ta ağlayan iki genç kız görmüştü.Genç kız ne! 13-14 yaşlarında iki çocuk. Annelerine sarıldı: "Allah sizden razı olsun bu kadar aşklı çocuklar yetiştirdiğiniz için. Aşkı yeni buldum ben. Önce akıldaydım. Aşkı yeni buldum." Aşkı hicaz topraklarında buldu. Önce hastalık kisvesinde geldi ona aşk. Ebediyete vasıta olan hastalığının ilk sancılarıyla Mekke'de karşılaştı. Karşılaştı ve içini böylesine mutmain kılan hastlalığı için "derdimi sevdiren Rabbime şükürler olsun" diyerek dua etti. Hicaz toprağına karışmak gönlünü öylesine kanatlandırdı ki,her gelişinde tekrar döneceği tarihi düşürdü zihnine. Toprak; altında yatanlarla vatandı. Nurs köyüne gitti "üstadın doğduğu yere vasıl olabilmek" için. Gitti ve bir daha hiç gelmedi Nurs köyünden. Durmadan Nurs köyünün insanlarını anlattı. Sadeliklerini ve kavi bir iman ile dağlara yaslanışlarını. Hep acelesi vardı. İsraf edilmemiş bir hayattı yaşamakta olduğu. Ölümünü beklerken bile israf etmedi bekleyişini. Her anına bir dua ,her anına bir iltifat tohumu ekti. Ölüm güzel geldi ona. Bekleyişi güzel,teslimiyeti güzeldi. "Suffa ehli" dua üstüne dua ederken, dualarına göz yaşı ekerken haber gönderdi: "Arkadaşlara söyleyin benim için dua etmesinler. Ağrılarıma katlanabildiğim bir zamanda ölmek en hayırlısı. Bundan sonrası ne olur bilmiyoruz. Bu teslimiyetimle gitmek istiyorum. Bir vakit sonrası ağrılara yenilen olmak var." "Sürgünümü uzatma yarabbi! Tezkeremi gönder." Kendisi hayata bağlanmadı hiç! Ne üst baş, ne umut ne çoluk çocuk. Ama son nefesinde bile ziyaretçilerine iltifatlar etmekten vazgeçmedi. Kimisine "Senin ne güzel dişlerin varmış" dedi. Kimisine "senin ne güzel düşlerin". Odasına girip çıkan hasta bakıcılara, hemşirelere kuruyan dudaklarının arasından hayat enerjisi vermekten vazgeçmedi:" Siz ne mübarek insanlarsınız.Hasta beklemek vatan beklemek gibidir." Her insan bir coğrafya idi Süreyya Ablanın gözünde.Her insan ayrı bir ülke. Fatih Camii, belki de ilk defa erkek cemaatine yakın bir kadın cemaati gördü onun cenazesinde. İyi biliriz demek için geldiler uzaktan yakından. Gelemeyenler baktıkları her iyilikte ve güzel şeyde "Süreyya Abla" yı andılar. Ben onu hep Mehmet Akif'e benzetirdim. Dinine sövenleri affetmeyişi ile. Yürüyüşü ile. Her insandaki güzelliği görüp takdir edişi ile. Her yere asker disiplini içinde gidişi ile. Pozitif bilimlere merakı ile. Ve en çok eylem koyuşu ile. Sevilmeyi beklemeden seven kalbi ile. Pederi Süreyya koymuştu adını. Gökteki yıldız ile adaş olan Süreyya "yıldız" lığı hiç kabul etmeyen olarak yaşadı. Kendisine "Hocanım" olarak hürmet etmek isteyenleri geri çevirdi.Hastane koridorlarında Merhum Sadrettin Hoca efendinin, muhterem kerimeleri olarak, "öncelik" hakkını geri çevirdi daima.Durmadan helalleşti vazifesini yapan personel ile. "Toprakta gezen gölgeme toprak çekilince
Akif böyle söylemişti. Bilenlerin üzerine bundan sonra vebal. Bilenler anlatacaktır ki, bilmeyenlerin nasibi olsun. Yazdığım kadar değildi elbet. Ama korka korka yazdım. İltifat etmeyi sever, fakat kendisine edilen iltifatlara uzak dururdu. Öfkelenirse boynumu büküp "benim şehadetim de bu" diyeceğim. Mekanı cennet olsun. Karşısında çocuk olduğum, gani bir yüreği kaybettim.
|
|
![]() |
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Sağlık | Arşiv Bilişim | Dizi | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |