Rektörler konusu ne zaman açılsa, kendisinin de bulunduğu bir yemek masasında, önceki YÖK başkanının sarf ettiği bir cümleyi mutlaka tekrarlayan bir dostum var. Şöyle demiş eski YÖK başkanı: "Artık iyice zorlanıyoruz; bazen tek oy alan birini bile listeye koyup seçtirdiğimiz oluyor." Üniversitesindeki öğretim üyelerinin katıldığı seçimde en yüksek oyu alan kişi olmayabiliyor rektör; başka özelliklerine bakılarak listeye konuluyor ve Cumhurbaşkanı onayıyla üniversitenin başına geliyor...

Şu son tartışmanın odağındaki Atatürk Üniversitesi rektörü Prof. Yaşar Sütbeyaz'ın rektör seçilme biçimi dün Yeni Şafak'ta Bilal Çetin'in haberinde vardı: "2000 yılında Atatürk Üniversitesi'nde yapılan rektörlük seçiminde Prof. Dr. Cevat Gerni 157 oyla birinci olurken, Prof. Dr. Şevki Özdemir 129 oyla ikinci oldu. Prof.Dr. Yaşar Sütbeyaz ise 103 oyla 3. sırada yer aldı. Birinci sıradaki Prof. Gerni ve ikinci sıradaki Özdemir YÖK eski Başkanı Prof. Dr. Kemal Gürüz tarafından Çankaya'ya gönderilen listede yer almadı. YÖK tarafından gönderilen listede ilk sıraya konulan Prof. Yaşar Sütbeyaz Cumhurbaşkanı Sezer tarafından rektör olarak atandı."

Üniversitelerde meydana gelen garip olayların ardında acaba bu seçilme biçimi mi yatıyor?

Dikkat çeken bir başka nokta da, son zamanlarda gazetelere eylemleriyle konu olan rektörlerin bazı özellikleri: İzzet Baysal Üniversitesi rektörü Prof. Yaşar Akbıyık dâvetle üniversitesine gelen Başbakan Tayyip Erdoğan'ı protesto amacıyla törene katılmamıştı; ardından kendisinin İmam Hatip mezunu olduğu ortaya çıktı. Atatürk Üniversitesi rektörü Prof. Yaşar Sütbeyaz da, Mustafa Karaalioğlu'nun dün yazdığına göre, yurtdışındaki eğitimi sırasında 'dindarlığı ile temayüz etmiş' biriymiş...

Diğer rektörlerin özgeçmişlerine bakılsa benzer ortak özellikler bulunabilir mi acaba?

Mezuniyet törenleri vesilesiyle meydana gelen olaylar 2005 Türkiyesi'nde yaşanıyor. Bu Türkiye, temel hak ve özgürlükleri en geniş biçimde yaşama azminin toplumun bütün kesimleri tarafından paylaşıldığı bir ülke. İnsan haklarına önem veriliyor ve 'hukuk' kavramı bugüne kadar olduğundan daha fazla değer görüyor. Hükümetin neredeyse teke indirdiği amaç, her alanda Avrupa standartlarını yakalamak... Böyle bir Türkiye'de, birer 'bilimler yurdu' olması gereken üniversitelerde, demokratik hak ve özgürlükler noktasında 'çağdışı' uygulamalar sürdürülüyor.

YÖK'te bir şeylerin yanlış olduğu kesin...

Bolu'daki nezaketsiz olaydan sonra yazdığım bir yazıda, bir gazete haberinden yola çıkarak, YÖK başkanı Prof. Erdoğan Teziç'in, "Ama, Başbakan Erdoğan'ın üslubu da yanlış" dediğini belirtmiştim. O sırada yurtdışında bulunan Prof. Teziç dönüşünde arayıp "Ben öyle bir şey söylemedim" açıklamasını yaptı, ben de sevincimi kendisine ifade ettim. Prof. Teziç'in, şimdi de, mezuniyet törenleriyle 'yanlış bir Türkiye' imajı çizen rektörleri uyarmasının zamanı. Sadece orada kalmayıp üniversitelerin 'başörtüsü yasağı' uygulamalarını da gözden geçirmelidir YÖK başkanı...

Bilindiği gibi, yasakçı uygulama, hangi gerekçeye dayandırılırsa dayandırılsın, YÖK öyle istediği için sürdürülüyor. YÖK, eğer isterse, uygulamadan vazgeçebilir ve Türkiye yarından itibaren üniversitelerinde kılık kıyafet yasağı uygulanmayan 'özgürlükçü' bir ülkeye dönüşebilir. Yasağı koyup uygulayanların gerekçelerinin doğruluğunu sınamak da ancak böyle olabilir. 2005-2006 öğretim yılını 'başörtüsü yasağı' olmaksızın geçiren bir Türkiye sosyal barışı daha iyi yakalayacaktır.

Türkiye her alanda AB ile uyum içerisine girme çabasında; yüksek öğretim bu koşunun dışında tutulamaz. YÖK Yasası farklı önceliklerin ön planda tutulduğu askerî dönemin ürünüdür; bazı rektörlerde varlığı fark edilen özellikler de o günlerin zihniyetini yansıtıyor zaten... Yeni bir YÖK Yasası ile yüksek öğretim de çağdaş Türkiye özlemine cevap verir hale getirilmelidir.

Bunu gerçekleştirmek o kadar zor olmamalı.

FEHMİ KORU

Künye

Temsilcilikler

Abone Formu

Mesaj Formu

Online İlan