T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 28 HAZİRAN 2006 ÇARŞAMBA | ||
|
Önceki gün bu köşede yayınlanan "Mazlum-Der Başkanı ve Kürt milliyetçiliği!" başlıklı yazı bazı çevreler tarafından şiddetle eleştirildi. Eleştirenlerin bir kısmı, kendilerini tanımlamasalar da, etnik Kürt milliyetçiliğinden besleniyordu. Bunları ve "organize tepkiler"i doğal karşılıyorum. Ama birlikte yaşama iradesini diri tutmaya çalışan, etnik kökenden değil adalet merkezinden bakan, bunu yaparken de eleştirilmesi gereken her herşeyi eleştirebilen insanlardan gelenleri önemsiyorum ve saygıyla karşılıyorum. Çünkü ben de aynı şeylere inanıyorum. Tartışma noktası şu: Milliyetçilik sadece Türklere, Almanlara, Fransızlara ya da Araplara özgü bir şey mi? Kürt milliyetçiliği diye bir şey yok mu? Hızla yükselen, beslenen ve yayılan... Var tabi. Mazlum-Der Başkanı Ayan Bilgen'in Radikal gazetesindeki söyleşisini eleştirirken bu konuya değindim. Çünkü ortada bir çelişki vardı: Etnik milliyetçiliğe ateş püskürenlerin Kürt sorununa etnik merkezden bakışlarıydı bu. Yaşananlara tepki gösterirken adalet arayışı ile milliyetçilik arasındaki ayırımı görmek istemeyenlere idi sözüm. Dostça, bir kaygıdan hareketle yapılan eleştirilerdi. Bu çevreler, her eleştiriyi "Kürtler'e yapılmış hakaret" olarak damgalayıp bir kenara itiyorlar, "Kürt karşıtlığı" olarak tanımlıyorlar. Ve soruyorlar: Bu düşmanlık niye? Ortada bir düşmanlık yok, olamaz da. Ben böyle bir kültürden beslenmiyorum. Bir karşıtlık olsaydı, bu tür endişeleri taşır mıydım? Türkleri etnik milliyetçilikle suçlayanların da aynı şeyleri yaptıklarını, Türk kökenli İslamcıları devletçilikle suçlayanların da aslında Kürt milliyetçiliğine dayanan bir otorite arayışından esinlendiğini neden söylemeyeyim! Haksızlığa karşı durmak ile etnik milliyetçiliğin sözcülüğüne soyunmayı nasıl örtüştürebiliriz? Bu, hepimiz için tehlike değil mi? Bilgen, dün bir cevap gönderdi. Teknik olarak bütün metni burada yayınlamam imkansız. Önemli bölümleri şöyle: ".....Farklılıkları görmezden gelen, yok eden bir din anlayışının İslam sanılması ise Allah'a iftiradır. Yaratılıştan kaynaklanan farklılıkları koruyan, geliştiren ve zenginlik olarak gören fıtrata dayalı bir din anlayışı yerine tek tipleştirmeyi dayatan bir din anlayışına savrulma son dönemde Kızılelmacı rüzgarın Müslümanların da zihinlerinde oluşturduğu tehlikeli bir kirlenmedir. Yazıda "Kürtlerin üstünlüğüne" yönelik tek bir işaret yokken Türkiye'de 1940'lardan kalma egemen ulus devlet ideolojisinin ürettiği bir sorunla hesaplaşmaktan sırf "birileri ile aynı safta yer almak" korkusu ile kaçmak İslami kaygılardan değil devlet merkezli bir din algılayışından beslenmektedir. Farklı toplum kesimlerinin birbirine düşman kılınmasına dayalı "iç tehdit" ve "iti ite kırdırma" politikaları ile çıkarlarımıza aykırı gözükse de yüzleşmek zorundayız. Batının Ortadoğu'daki oyunlarına karşı çıkarken sözde yerli rejimlerin, ulusal yönetimlerin kendi halklarına uyguladıkları zulmü görmemek sadece uzakta ki düşmana küfretme kolaycılığıdır. Ebu Gureyb cezaevini konuşan ama Diyarbakır cezaevini konuşamayanlar bir taraftan kendi ayıpları ile yüzleşmekten uzaklaştırılırken öte yandan emperyalist işgal politikalarına yönelen tepkinin de gazını almaktalar. Baasçı, kendi halkı ile kavgalı rejimler bölgeye yönelik müdahalelere de zemin oluşturmaktadırlar. Son dönemde Suriye'de yoğunlaşan ve çoğu Müslüman kardeşlere, Kürtlere yönelik ihlalleri dile getirmemize karşı çıkarak "ABD'nin ekmeğine yağ sürüyorsunuz" eleştirisi yapanlar bu gerçeği görmek istememektedirler....."
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |