Yeni Şafak yazarları ne dedi?

Yeni Şafak yazarlarının Türkiye ve dünyadaki gündeme dair analizlerini sizler için özetledik...

Haber Merkezi Yeni Şafak
Yusuf Kaplan, Mehmet Acet, Aydın Ünal, Fatma Barbarosoğlu ve Süleyman Seyfi Öğün'ün yazılarının en dikkati çeken bölümleri:






0. Yahudiler, Amerika'yı yakacak
ABD, dünyanın en güçlü ülkesi. Bunu biliyoruz.

Amerika'nın gücü, üç temel sacayağına dayanıyor: Birincisi, akademi ve Holywood ile Silicon Vadisi'nin başını çektiği popüler kültür endüstrisi.

İkincisi, siyasî, ekonomik ve teknolojik sistem.

Üçüncüsü de, kilise.

Ama bütün bunların gerisindeki güç, Amerika'daki bütün güç ve iktidar aygıtlarını kontrol eden ve Amerika'yı cehenneme sürükleyen güç, Yahudiler!


Yusuf Kaplan'ın yazısının tamamını okumak için tıklayınız:
1. Kürtlerin de artık 'edi bese, yeter artık!' dedikleri
Önce 90'ları hatırlayalım Turgut Özal Cumhurbaşkanı ve terörü bitirmek için yoğun temaslarda bulunuyor. 1993 yılı Mart ayında, Celal Talabani'nin aracılığı ve baskılarıyla, Abdullah Öcalan Ankara'ya bazı taahhütlerde bulunuyor: “Silahlı eylemi durduracağım. Türkiye'nin bölünmez bütünlüğünü kabul ediyorum. Teröre hayır, terörizmi kınıyorum. Kanunlara uyacağım. Parti faaliyetlerini demokrasi ve meşruiyet sınırları içerisinde yürütmeyi kabul ediyorum.” Öcalan, bu taahhüdüyle birlikte sözde ateşkesi de açıklıyor.

İşte tam da bu sırada, 17 Nisan'da Turgut Özal vefat ediyor. Demirel Cumhurbaşkanı, Tansu Çiller Başbakan oluyor. 23 Mayıs'ta ise, Bingöl Elazığ yolunda tezkere almış 33 askerimiz şehit ediliyor.


Aydın Ünal'ın yazısının tamamını okumak için tıklayınız:
2. Paradoks tam da burada billurlaşıyor
Amerika Birleşik Devletleri demokrasi târihinin belki de en “olağandışı” seçiminin ardından beklenmedik bir şekilde Trump seçildi. Konu bulmakta zorlanan veya eldeki konulardan bıkmış olan siyâsal analistler duruma sevinmeliler. Trump çok konuşuldu; çok konuşulacak. Hakkında çok yazıldı; daha da yazılacak…

Benim başından beri dikkatimi çeken husus, Trump'a adreslenen karşı çıkışların özneleri ve niteliğiydi. Bu karşı çıkışların söylemi ve seslendiricileri nedense bir yerden tanıdık geliyordu. Trump hiçbir kalıba oturmuyordu. Bir kere kariyeri siyâset dışıydı. Siyâset arenasına âdeta bir filin züccaciyeci dükkânına girmesi gibi girdi. Kırdı, döktü. Ve kazandı… Bunlar yaşanırken Amerikan elitleri ve ünlüleri dehşete düştü. Tepkiler olağandışı bir hâle geldi. Meselâ Oscarlı ünlü aktör Robert De Niro kendisini alamayıp, “Onun suratının ortasına bir yumruk atmak istiyorum” dedi. Bu ve benzeri ifâdelerin sayısız örneği olduğunu biliyoruz. Görünen o ki, Amerika'daki siyâsal atmosferi Trump ne kadar bozduysa, ona yönelik tepkiler de bir o kadar bozdu. Seçim kampanyalarında seviye yerlere düştü. Bu tabloyu nasıl değerlendirebiliriz? İlk söylenecek olan Trump'ın istediğini elde etmiş olmasıdır. Trump, siyâsetin vasatlarını aşağıya bastırdı ve hasımlarının ayarı ile oynayarak onları kendi minderine çekti. Bu minder onundu ve rakipleriyle âdeta kedinin fâre ile oynaması gibi oynadı.


Süleyman Seyfi Öğün'ün yazısının tamamını okumak için tıklayınız:
3. Biz burada 28 Şubat'la boğuşurken...
2005 yılı Haziran ayında Kanal 7'nin temsilcisi olarak Ankara'ya tayin edildiğimde, İstanbul'da yaşamış olmanın verdiği özgüvenle karışık hafif ukalalık haline bir son vermem ve doğruluk payı olsun ya da olmasın, Ankara ile ilgili küçültücü duygulardan uzak durmam gerektiğini kendi kendime telkin ettiğimi hatırlıyorum.

Artık Ankara'nın İstanbul'a dönüşünü değil, Ankara'nın Ankara'da kalışını sevmem gerekiyordu.

Ayrıca gazeteciysen, işini düzgün yapmak istiyorsan, önce başkentte yaşayan, çalışan insanları tanıman, hangi çarkın nasıl işlediğini kavraman ve tabii, kendini olabildiğince hızlı bir şekilde etrafa tanıtman gerekiyordu.


Mehmet Acet'in yazısının tamamını okumak için tıklayınız:
Bazen yazmak istersiniz de yazamazsınız.

Kelimeleriniz ateş olur, her harf birbirini yaka yaka saf tutar da, tek bir anlam kalmaz geriye.

Bazen yazmak istersiniz, yazamazsınız.

Yazmaya hakkınız olmadığı için yazamazsınız.

Kucağında evladı ile hanesinin direğini kaybetmiş, ama bütün yıkımlara karşı düşmanı sevindirmemek için dimdik duran gencecik kadına bakınca, yazılacak ne kadar harf, kelime, cümle varsa, deli bir kısrağı zapt etmeye çalışır gibi zapt edersiniz.

Yazmak bazen o metin kadının acısına layıkıyla taziyede bulunmaya engel gelir çünkü.


Fatma Barbarosoğlu'nun yazısının tamamını okumak için tıklayınız: