AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

Y A Z A R L A R
Bir Bursa dönüşü 13 Nisan '03-Pazar

İstanbul yoluyla Bursa'dan Ankara'ya dönüyoruz. Vakit gece 11'e yaklaşıyor. Yağmur var. Zaman zaman sağanak halinde. Otomobilde üçümüz de suskunuz. Üçümüz: Adnan, eşim, ben. Bir ara Alaeddin'in susamış olacağını düşünüyorum. Onun geceleri birkaç maşrapa su içtiğini bilirim. Şimdiyse midesine açılan sondayla sanırım 10 cc kadarcık su şırınga ediliyor. Adnan'a bunu hatırlatıyorum. Acaba doktoruna söylesek de su miktarını biraz çoğaltsınlar desek mi, diye soruyorum. Aslında bu soru, daha Bursa'dayken ve onun odasındayken de aklımdaydı. Ama ameliyattan sonra su verilmediğini veya az az verildiğini bildiğimden söylemekten çekinmiştim. Şimdiyse onun susuz kaldığını düşünerek üzülüyorum. Adnan, yengeyi, Alaeddin'in hanımını arıyor. Bu su meselesini anlatmak isterken, yeni bir haber alıyoruz. Alaeddin'in nefesi daralınca bir sonda da boğazında açılmış. Yengem telefona beni istiyor. Alaeddin'in iyi olduğunu, nefesinin ameliyattan sonra düzeldiğini ve onu (kendilerini) düşünmememizi tembih ediyor. Ama ne mümkün! Yenge bir defasında mideye su şırınga ederken, Alaeddin'e midesine şırınga edilen suyu hissedip etmediğini sormuştum, ediyormuş. Bir defasında da karnının acıkıp acıkmadığını sormuştum. O sırada damardan serum veriliyordu. Serumun açlık hissini izale ettiği söylense de, işin bir de damak yanı var. Yemek yemenin tadı ve alışkanlığı var. İnsan, ömrünün hangi yaşındaysa o kadara dayanan bir tecrübenin alışkanlığını yaşar. Hangi serum bu alışkanlığı bir seferinde bertaraf etmeye kadir olabilir ki! Adnan, Alaeddin'in Habersiz şiirini mırıldanıyor: "Çocuk uykusunda gülüyor/Yılların acı çığlığından habersiz/Elleriyle oynuyor karanlıklar/Sessiz sessiz."

Adnan'ın kumandasındaki otomobille otobanın karanlığını yara yara son hızla Ankara'ya doğru yol alıyoruz. Karanlık bizim de ellerimizle oynuyor. Yağmurun sicimleri otomobilin camlarını çıtırdatıyor. Sessizliğin delindiğini, ihlâle uğradığını hissediyoruz. Sessiz sessiz..

…………………..

Babamın ölümünde bir şey yazamamıştım. Annemin ölümünde de yazamamıştım. Şimdi Alaeddin'in ölümünde yazıyor gibi görünüyorum. Fakat dışardan sanılabileceği gibi değil: onun hakkında Hece dergisine verdiğim yazı o hayattayken yazılmıştı. Yedi İklim dergisinin istediği yazıyı da, onun ölümünden birkaç gün önce hazırlayıp vermiştim. Yukardaki satırlar da yazının üzerindeki tarihte kaleme alındı. Aslında bu tür günlükleri hep tutmak istedim, ama başaramadım, gücüm yetmedi. İfade imkânının ortadan kalktığı anlarda aforizmalar işe yarar. Bu satırların kaleme alındığı sırada Ahmet Kutlay'ın yeni bir mesajı geliyor: "Alaeddin be, iyi ölüydün, has ölüydün, ama ölmesen daha iyi etmez miydin?" diyor. Balıkesir'den kalp gözü açık bir başka dost da, defin esnasında kulağıma fısıldadığı sözünü telefonda tekrarlıyor: "O, en yukarılardan, bir kurban olarak seçilmiştir, ölümü ânındaki kanlar ve daha bir çok semboller bunun işaretidir." Alaeddin, ne de olsa, Alaüddevle'nin armağanı olan bir adın sahibi olarak yaşadı. O adla gömüldü.


10 Temmuz 2003
Perşembe
 
RASİM ÖZDENÖREN


Künye
Temsilcilikler
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED