YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Yazarlar

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan
Spor'dan

  Arşivden Arama

  I Explorer Kullanıcıları, TIKLAYIN.

 

Bin yıllık yolculuk küçük adımlarla başlar

'Modernleşme' döneminde kültürde, sanatta, düşüncede dünya çapında beyinler, yetenekler ve "iş"ler çıkaramadık. Sinan, Yunus, Mevlana, Meraği, Dede Efendi gibi dünya çapında dehalar çıkarmış bir millet, şimdi neden bu tür dahiler, beyinler, yetenekler çıkaramaz acaba? Yılmaz Güney, Yaşar Kemal, Nazım Hikmet, Orhan Pamuk ne güne duruyor demeye kalkışmayacağınızı umarım. Komik olmanın alemi yok çünkü.

Fazla uzağa gitmiyorum; Bulgarlar'ın Todorov'u ayarında, Rumenler'in Eliade'i düzeyinde bir beynimiz neden yok acaba?

Türkiye'nin yeni bir Sinan, yeni bir Yunus, yeni bir Meraği, yeni bir Dede Efendi çıkarmak gibi bir hayali, rüyası var mı sahi? Türkiye'de böylesi bir rüyayı görecek yaratıcı bir ruh, kanatlandırıcı bir hayat iksiri, bir dinamizm, bir ufuk görebiliyor musunuz?

Neden göremiyorsunuz?

Türkiye'nin esaslı bir sorunu var: Miyopluk.

Dünyanın hızla küreselleştiği bir zaman diliminde bile Türkiye hâlâ kendi içine kapanmayı; kendisiyle boğuşmayı; kendisini, kendi dinamiklerini, hafızasını, deneyimlerini, anlam haritalarını ötekileştirmeyi, düşmanlaştırmayı; kendi insanın hayatındaki en küçük ayrıntıları (saç, sakal, kafaya geçirilen bir "bez parçası"nı) ülkenin ölüm-kalım meselesi haline getirmeyi, yani hayalet üstüne hayalet üretmeyi en asli vazifesi bellemeyi tercih ediyor. Olacak iş değil!

Milletin nefes boruları bile tıkanmaya ramak kalmışsa, bırakınız ayağa kalkmayı, silkinmeyi, koşmayı; bu millet ayakta durabilir mi, yürüyebilir mi?

Soruyorum şimdi: Böyle bir ülke hayal görebilir mi? Rüya görebilir mi? Hayaletlerden hayal görmeye, rüya görmeye hali, mecali kalır mı böyle bir ülkenin?

Zoraki olarak yaşattırılan ortam son derece pis, iğrenç, ilkel, kaba, mide bulandırıcı yani miyoplaştırıcı bir ortam. İnsanları, öbekleri, kesimleri birbirine düşüren; insanların entelektüel melekelerini, düşünme, düşünce üretme kapasitelerini sıfırlayan; bakışlarını sakatlayan; görüşlerini, ufuklarını, zihinlerini daraltan ve miyoplaştıran bir ortam.

İşte bu ortama dur dememiz gerekiyor. Hayaletlerin kol gezdiği bir ortamda bile, hayal görmeyi, rüya görmeyi başarabilen; geleceğe, ufuklara, ötelere bakan; bu boğucu çemberi kıran insanlar da var bu ülkede.

Sadece yayıncılık alanında son üç beş yılda yaşanan kıpırdanmaya, silkinmeye ve dönüşüme bakmak bile bu gerçeği görmeye yetiyor. 1980'lerde İnsan / İz, Yeryüzü, İşaret, Pınar, Beyan, Rehber "Beyaz Saray" efsanesine ve ilkelliğine dur diyen bir sıçrama gerçekleştirmişlerdi. 1990'larda bu sıçramanın bir adım ötesine geçildiğini gözlemliyorum: (Ağaç), Vadi, Kaknüs, Birey, Paradigma, Kitabevi, Şule, Ayrıntı, İmge, İletişim, Metis vs. yayın alanlarının çeşitliliğiyle ve zenginliğiyle dikkat çeken kitaplar yayımlıyorlar. Televizyonların, gazetelerin bu yayınevlerinin yayımladığı hemen her kitabı, bu kitapların yazarlarını, yayımcılarını gündemlerine taşımaları ve ülkenin kültürel, düşünsel ve entelektüel gündemine oturtmaları gerekmiyor mu?

Eğer bu ülkede bir şey söylenecekse / yapılacaksa, bu, ancak birinci sınıf bir düşünce, sanat ve kültür üretimiyle olabilir. İlkin paradigmayı; duyarlığı icat etmelisiniz ki, neyi, nasıl yapmanız gerektiğine karar verebilmeniz; hattı harekatınızı belirleyebilmeniz ve tasarlanan ufuk, zihin ve çığır açıcı bir geleceğe doğru adım adım yürüyebilmeniz imkan dahiline girebilsin.

Düşünce, kültür, sanat yoksa; öncü kadro da yok ve olmayacak demektir. Öncü kadro yoksa, miyopluğa, opaque'liğe (donmuşluğa) son verecek kalıcı, kök-salıcı, iz bırakıcı, kitleleri harekete geçirici bir geleceğiniz de olmayacak demektir. Üçüncü sınıf, kof adamlarla üç günlük, kof ve bayağı işler yapabilirsiniz ancak. Ve "küçük bir rüzgar" estiğinde de darmadağın olur gidersiniz.

Bu ülkede bir şeyler söyleyebilmek / yapabilmek, bu ülkenin kaderini belirleyebilmek için, yapay antagonizmalar (düşmanlıklar), aşk ve nefret ilişkileri, gettolar, kabile zihniyetleri üreten dar, boğucu, tüketici vulger ve popüler söylemleri aşmak; hem kendimize hem de dünyaya açılmak olmazsa olmaz şart olmalı. "Uzun yola çıkmaya hüküm giymediğiniz"; hedeflerinizi ve ölçeklerinizi büyütmediğiniz, büyütemediğiniz sürece bırakın dünyaya müdahale edebilmeyi, bu ülkeye bile çeki düzen veremezsiniz. Oysa hedef, bir (kültürel) coğrafyadan kalkarak dünyaya müdahale edebilecek bir hazırlığa soyunmak; "uzun yola çıkmaya hüküm giymek" olmalı.

Bir Çin atasözü, "bin yıllık bir yolculuk, küçük adımlarla başlar" der. Bu iş, elbette ki engin bir heyecan, aşk, coşku ve içtenlik; zengin, köklü, çaplı bir birikim; yılmaz, bitmez, tükenmez bir çaba, fedakarlık ve çile demektir. Bu işe karınca kararınca soyunan üç cesur, öncü yayınevi ile Bilim ve Sanat Vakfı'nın yaptıkları (ve maalesef medyamız tarafından gözardı edilen) "çalışma"lardan sözedeceğim önümüzdeki günlerde. Pazartesi günü Paradigma, sonra (Cumartesi günü) Vadi ve ardından da (izleyen Cumartesi günü) Kaknüs. Sonrasında Bilim ve Sanat'a ve Kalan Müzik'e ilişkin bir dizi "söylem" gelecek.


5 AĞUSTOS 2000


Kağıda basmak için tıklayın.

Yusuf KAPLAN

 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...