YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Yazarlar

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan
Spor'dan
Dizi...

  Arşivden Arama

 

 

ABD ve yeşil kuşak

1979 yılı, uluslararası sistemin uykusunu kaçıran iki önemli olaya şahit oldu. Bunlardan birincisi, Afganistan'daki komünist darbe ve Ruslar'ın bu ülkeyi işgali olurken; ikincisi de İran'da, ABD'nin büyük müttefiki Şah'a karşı yapılan tarihî İslâm devrimidir.

Afgan ve İran darbeleri arasında, zamanlama bakımından bir alâka var mıdır? Nasıl oldu da bu komünist darbe ile Humeynî devrimi, aynı tarihlere denk düşebildi? Çünkü Afgan darbesi ile Ruslar kazançlı çıkarken, ABD büyük bir paniğe kapılmıştı. Aynı şekilde Humeyni devrimi ile Şah iktidarını kaybediyor, ABD Ortadoğu'daki tarihî müttefiklerinden birinden oluyordu.

Rusya-Fransa: Acaba?

Burada sadece bir varsayımdan hareket ediyorum:

Acaba Rusya ve Fransa'nın, bu iki konuda, ABD'ye karşı bir işbirliği söz konusu olabilir miydi? Afgan darbesinden Ruslar'ın haberdar olmaması zaten düşünülemeyecek birşey. Fakat Fransa'nın, Humeynî'nin ve etrafındaki devrimci kadronun İran'a gitme isteğine set çekmemesi, bizi ister istemez bu tür sorular sormak mecburiyetinde bırakıyor. Buradaki temel sâik Fransa'nın, Humeynî devrimini desteklemesinde değil, bilâkis ABD-Şah ittifakını zora sokmak istemesinde aranmalıdır. Nitekim 1979'dan itibaren ABD politikaları, bölgede müthiş bir zayiat dönemine girmekte gecikmedi. Şah devrildi ve İran'da ABD karşıtı politikalar müthiş bir galeyana dönüştü.

ABD: Önce karşı, sonra mecbur

Dışarıda bu gelişmeler olurken, Türkiye'de kan gövdeyi götürüyor, cumhurbaşkanı seçilemiyor ve ordu içinde bazı gruplar darbe için olmadık yöntemlere baş vuruyordu. Demirel ve Ecevit ise, tarihî ayak oyunlarıyla meşgûl, etraflarını göremiyorlardı. İşte o şartlarda komutanlar, daha aralık 1979'da muhtırayı patlatıverdiler: "Bu gidiş gidiş değil!.."

Peki ne yapmalıydı? Demirel'in tek söylediği şu oldu: "Ne istiyorsanız vereyim, hangi yasayı istiyorsanız çıkarayım!.. Yeter ki bu gidişi önleyin!.." Askerin buradan okuduğu, siyasî iktidarın aşırı zafiyetinden başka birşey olmadı. Asker, kendisine hükmeden bir irade de göremeyince, bu işi kendi adıma yapsam daha iyi olmaz mı fikri etrafında dönüp duruyordu. Yani ihtilâl!..

Fakat ABD bu işe evet demediği için de eli kolu bağlı kalıyordu. Ama İran'da ve Afganistan'da baş gösteren gelişmeler, her geçen gün ABD yönetimini zora sokmaktan da geri kalmıyordu.

Bu arada, ABD, İran ve Afganistan konusunda iki ülkeyi kendisine partner olarak belirledi. Ziya ül Hak yönetimindeki Pakistan ile Türkiye idi bu ülkeler. Hele bir de Irak-İran savaşı başlamıştı ki, işte o noktada Türkiye politikalarının, ABD açısından muayyen hale getirilmesi gerekiyordu. Zira Türkiye'de kamuoyunun ve sivil iradenin gelişen yeni şartlara göre nasıl davranacağı, tarafsızlığını koruyup koruyamayacağı, Irak veya İran'dan birinin yanında yer alıp almayacağı nasıl kestirilebilirdi? Hele bir de Türkiye'nin içinde yüzdüğü ekonomik darboğazlar, petrol kıtlığı, 24 Ocak politikalarının emniyet altına alınması gibi ihtiyaçlar da düşünülecek olursa!..

Nihayetinde ABD, Türkiye konusundaki ikilemini aştı ve askerî darbeye yeşil ışık yakıverdi. Dolayısıyla biz 12 Eylül'ü, sadece iç gerekçeleriyle algılama imkânı bulduk. Dışarıdaki şartlarla darbenin alâkasını ise, ancak zaman içerisinde kurabildik.

12 Eylül'ün dört neticesi

Bu şartlarda dört önemli gelişmeye şahit olduk:

1. İran ve Irak'a karşı Türkiye tam bir tarafsızlık politikası uyguladı. Her iki ülkeye yönelik müthiş bir ihracat patlamasına şâhit olduk. Türkiye'nin İran veya Irak'tan yana bir politika uygulaması, savaşın dengelerini değiştirebilecekken, uluslararası sistem darbe ile bunun önüne geçmiş oldu. Görevimiz ABD adına müşâhede seviyesinde kaldı. Ama ekonomide kazançlı çıktık.

2. Savaş süresince, Humeyni devrimi'nden etkilenmelerin önünü alabilmek ve Afganistan'daki Rus işgaline karşı İslâm ülkelerinin desteğini üretebilmek ihtiyacıyla, Türkiye ve Pakistan başta olmak üzere, bütün Ortadoğu ülkelerini kapsayacak şekilde meşhur "ABD Yeşil Kuşak" politikaları bu dönemde devreye sokuldu.

3. Bu ihtiyaç ile anayasaya din dersleri mecburiyeti kondu. O yılların Türkiyesinde İrancı takibatı yapılmazdı. Türkiye'de herkes akın akın İran'a gider, kimse ses çıkarmazdı. Afganistan'a savaşçı göndermeyi de devlet tesvik eder, bizatihi kendisi organize ederdi.

4. Nihayetinde 1988 yılında, İran'ın savaşacak gücü kalmadı ve ateşkes ilan etti. Arkasından Ziya ül Hak uçak kazasında can verdi; Turgut Özal'a da bildiğimiz suikast düzenlendi. Yani bu iki suikast ve İran ateşkesi, Yeşil Kuşak politikalarının sonunu getirdi.

İran ateşkesi ile Körfez Savaşı yılları arası ise, Türkiye için tam bir fetret dönemidir.


14 EYLÜL 2000


Kağıda basmak için tıklayın.

Necmettin Türinay

 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim | Dizi
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...