YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Yazarlar

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan
Spor'dan
Dizi...

  Arşivden Arama

  I Explorer Kullanıcıları, TIKLAYIN.

 

Masallar, gerçekler ve tarihin öcü

Türkiye'nin en kronik sorunlarının kökeninde, anakronik tarih anlayışı yatıyor: Tarihle ilişkimiz son derece naif, çocuksu ve de masalsı: Tarihi, çelik-çomak oyunu gibi görüyoruz: Aşk ve nefret ilişkisi, tarihe bakışımızı belirleyen en önemli (ama son derece sakat ve de sakatlayıcı) bir bakış biçimi: Tarihi, olmuş-bitmiş, geçmişte kalmış; ya büyük veya küçük; ya iyi ya da kötü adamların maceralarından ibaret; bizi, bugünümüzü ve yarınımızı ilgilendirmeyen zaferler ve mağlubiyetler resmi geçidi olarak algılıyoruz. Hal böyle olunca da, sanki dünyaya yeni gözlerini açmış bir "bebek" gibi, her zaman her şeye sürgit yeniden, gerçekliğin sıfır noktasından başlıyoruz: Bu nedenledir ki, elimizi attığımız her şeyi berbat ediyoruz. Bir şeyi halletmek için harekete geçtiğimizde bile her şeyi elimize-yüzümüze bulaştırıyoruz!

İyi-kötü ama dünya tarihinin yönünü değiştiren bir tarih yapmış bir ülkede tarihe böylesine naif, çocuksu ve masalsı bir yaklaşımla bakılıyorsa, hem bu bakışın kendisi, hem de bu bakış'ın hakim olduğu ülke, gerçekten hastalıklı, yoğun bakıma muhtaç bir vaziyette demektir.

Çünkü böyle bir ülke, her şeyden önce kendine bile güveni olmayan bir ülke olduğu için, hep esen rüzgarlara göre şekil almaya, şekillendirilmeye, yönlendirilmeye, itilip kakılmaya, hesapta kitapta olmayan sorunlarla boğuşmaya mahkum olmaktan kendisini kolay kolay kurtaramaz.

Bugün yaşadığımız anormal ve absürt sorunların, anlamsız gerilimlerin, yapay kavgaların kökeninde, kendine güveni olmayan, henüz olgunluk çağına bile gelememiş bir çocuğun sanki sipsivri ortada kalmışlık, bırakılmışlık, terkedilmişlik psikolojisi ile hareket eden bir halet-i ruhiye içinde olmamız yatıyor.

Oysa tarih, bir ülkenin, bir toplumun hafızasıdır; kollektif bilincini, bilinçaltını, ruhunu, zihin ve davranış kalıplarını, dinamiklerini, imkanlarını ve zaaflarını barındıran, saklayan repertuarıdır. Biz istesek istemesek de, bu kollektif bilinç, bilinçaltı, ruh, en olmadık zamanlarda içten içe patlayarak, bir yerlerden fışkırarak hattı harekatımızı yönlendiriyor.

Bu, bizim, tarihi, (kendimizi ve dünyayı) hafife almamız nedeniyle suyüzüne çıkan bir tür tarihin (kendi'mizin ve dünyanın) bizden öç alması gibi bir şeydir. Hele de ortaya konan o zengin ve engin deneyim, o deneyimi varkılan ruh, kollektif hafıza ve repertuar yoksayılıyorsa, bastırılmaya çalışılıyorsa, düşman belleniyorsa, işte o zaman tarihin öcü fena halde sarsıcı ve silkeleyici olur.

Biz tarihi, kendimizi ve dünyayı fazlasıyla naif, çocuksu ve masalsı bir şekilde algıladığımız ve hafife aldığımız için, tarih bize fena halde ürkütücü "gerçek şakaları" yapıyor: Örneğin biz Osmanlı ile ilişkimizi asi çocuk psikozu biçiminde kurduğumuz için, biz istemesek de, merkezinde bulunduğumuz Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Doğu coğrafyası, bir imparatorluk mirasçısı gibi davranmaya zorluyor bizi. Şu an Türkiye böylesi bir rolü oynamaktan şeytandan kaçarcasına kaçınıyor ama bu kendinden, zorlu gerçeklerden kaçış uzun sürmeyecektir: Çünkü bu bölgeye zoraki olarak pek çok bakımdan hakim olmaya çalışan güçlerin, Türkiye'den istedikleri rol, ne yapıp-edip, Türkiye'nin, Osmanlı'nın misyonunu üstlenmeye soyunmasını önlemektir. Oysa bölgede Osmanlı'dan boşalan bir vakum var ve bu vakum Türkiye'den başkası tarafından doldurulamaz. Çünkü başka türlüsü tarihin mantığına da, işleyiş biçimine de, Allah'ın adaletine de aykırıdır.

Batılı hegemonik güçlerin çıkarlarını eksene alan projeleri hayata geçirmeye zorlanan Türkiye bu boşluğu asla doldurabilecek bir Türkiye değildir: Aksine başkalarının projelerini uygulamakla yükümlü bir Türkiye, bu boşluğu doldurmaktan alıkonulmak istenen bir Türkiye'dir. Bu boşluğu doldurabilecek Türkiye, Osmanlı'nın misyonu ile hareket edebilecek bir ruha, cesarete, heyecana, hazırlığa sahip olabilen bir Türkiye'dir.

Biz buna pek yanaşmasak da yaşadığımız ve yaptığımız tarih ve ayaklarımızı bastığımız coğrafya bu misyonu bize yüklüyor. Türkiye, bu misyonu üstlendiği zaman ancak yeniden büyük iddiaları, sözleri, hayalleri ve geleceği olabilecek bir ülke haline gelebilir.

Tarihi sorumluluğunun bilincinde olan Türkiye varlık ve hayatiyet emareleri gösterinceye kadar, fena halde sarsıcı ve silkeleyici "gerçek şakaları"yla sarsılmaya, dolayısıyla çocuksu, masalsı bir şekilde algılanan (yoksayılan) tarih, biz'den öcünü almaya devam edecektir.

Umarız, bu süreç, kısa sürede ve en az kazayla ve belayla atlatılır!


14 EYLÜL 2000


Kağıda basmak için tıklayın.

Yusuf KAPLAN

 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim | Dizi
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...