Türkiye'nin birikimi... | ||
|
Bu yıl ikincisi düzenlenen Uluslararası Sinema-Tarih Buluşması'nda SİYAD Özel Ödülü alan İspanya-İtalya yapımı Marco Bechis'in yönettiği Garaj Olimpo, başka bir coğrafyadan çok tanıdık bir hikâye anlatıyor. İsmail Güneş'in çektiği Gülün Bittiği Yer filmiyle geçen sene ülkemizde çok sık tartışılan işkence bu kez başka bir "dil"de çıkıyor karşımıza. Ve bu kez konu işkenceden, gözaltında kayıplara uzanıyor. Arjantin'de 1976-1982 yılları arasında devletin sistem karşıtlarını nasıl öğüttüğünü sarsıcı bir dille anlatan film, Türkiye'de hâlâ kabuk bağlamayan yaralarımızı da kanatıyor. Bir yıl öncesine kadar her Cumartesi İstiklâl Caddesi'nde oturma eylemi yaparak kayıp olan eşlerini, çocuklarını, yakınlarını arayan annelere 'bölücü' muamelesi yapanların da ibretle seyretmesi gereken Garaj Olimpo, evinden hiçbir gerekçe gösterilmeksizin apar-topar gözaltına alınan, götürüldüğü garajın bodrum katında işkenceler gördükten sonra "Devletin kendilerini adlî bir yargı sürecine tabi tutacağı, o zamana kadar başka bir cezaevine nakledilecekleri" yalanıyla karanlık ve dönüşü olmayan bir yola sürüklenenlerin acısını yansıtıyor beyazperdeye. Orduya bağlı adamların sokaklardan topladıkları sistem karşıtlarını "konuşturmak" için getirdikleri Olimpo Garajı, dışardan herhangi bir oto tamirhanesi gibi görünüyor. Tango müzikleri eşliğinde sistemli işkenceler yapılan, merkezden kameralarla izlenen, karanlık, hücrelere bölünmüş alabildiğine ürkütücü ve soğuk bu mekânın kullanımı seyircide gerçeklik hissi uyandırmada oldukça başarılı. Gerçekten daha çarpan gerçekçilikEvet, elektrik verilmesi dışında çok da fazla işkence sahnesi görmüyoruz, bağırtılar bir kez yankılanıyor kulaklarımızda ama sadece o atmosfer bile ruhumuzda "işkence" denen vahşetin karşılık bulmasına yetiyor. Gözaltındakileri konuşturmakla görevli ve bu "iş"i mesaiyle yapan sivil giyimli askerler, suçlu(!)ların kilolarına göre verilmesi gereken voltaj ayarlarının yazılı olduğu çizelgeye uymak zorundalar. Çünkü "suçlular" onların eline konuşturulmaları için veriliyor, öldürmeleri için değil. Ve eğer gözaltındakiler kendilerinden istenileni vermiyorlarsa artık iktidarların evrensel 'zayi' modeli olan "Camdan düşme", "sandalyeden düşme" gibi gerekçelerle ortadan kaldırılıyorlar. Kenar mahallelerde yoksullara okuma yazma öğretmekten başka suçu olmayan ve filmde fiili olarak cuntaya karşı bir eylem yaptığını görmediğimiz Maria da yargılanmadan, suçu ispat edilmeden daha baştan cezalandırılanlardan sadece biri. Çünkü bu "faili meçhul" gözaltıların tek mağduru Maria ile annesi değildir. Kim tarafından, neden gözaltına alındıklarına ve nerede olduklarına hiçbir zaman cevap bulunamayan 'mağdurlar"ın akıbeti ise okyanusun derin sularını boylamak olur. Filmde yönetmenin sık sık gündüz ve gece şehre yukardan bakışı da "Yaşadığınız o koca şehirlerin gizli, kapaklı, kimbilir hangi sokaklarında, hangi izbe köşelerinde, -size değmediği için farkında olmadığınız- neler yaşandığını bir daha düşünün" der gibi geliyor insana. Belge Film tarafından getirilen film, bir hafta da Alkazar sinemasında.
Gülcan TEZCAN
|
|
Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar |
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|