T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Yeni Oluşum'un vizesi

Türk aydın tipinin en büyük iki özelliği var. Toplumu ile yabancılaşma pahasına Batılılaşma'ya tapınması; ikincisi, bütün değişim ve ilerlemecilik iddialarına rağmen statükodan yana olmasıdır.

Bunu biraz daha açarsak; aydın tipinin bizde Batılılaşma ile birlikte türemesi onun Batıcılığı'nın köklerini izah ediyor olmasına rağmen, bu durum, onun toplumsal meşruiyetini ve temsil yeteneğini zaafa uğratan bir faktör aynı zamanda. Kendini toplumu değiştirmeye adamış (!) bizdeki aydın tipi kadar dünyada toplumuna yabancılaşmış başkaca bir örnek bulmak mümkün değildir. Bu yönüyle de "dünyanın en yalnız insanı/aydını"dır Türk aydını. Paradoksal biçimde yalnızlığına, toplumsal ve kültürel temelsizliğine rağmen güçlüdür Türk aydını. Gücünü sırtını yasladığı statükodan ve statükoculuğundan, sermaye-iktidar ilişkilerinden alır. Toplumsal yalnızlığını besleyen temel neden aynı zamanda onun "güç"ünün kaynağıdır. Tepeden inmeci Batılılaşma projelerinin fikir planında mimarlığına soyunmaları, projelerinin toplumsal karşılığının olmaması söylem ve düşüncelerinin buyurgan bir özellik kazanmasının nedenidir.

Aydın mı savcı mı?

Bugünlerde Yeni Oluşum hareketi çerçevesinde başlatılan şehirliler ve taşralılar tartışmasının ya da "şu sorulara cevap ver" türünden polemiklerin arkaplanında Batıcı Türk aydının genlerinde mevcut statükoculuğun, seçkinciliğin, dayatmacılığın tezahüründen başka bir şey yatmamaktadır. Savcı üslubu ile, kişilerin hangi konuda ne düşündüğü ya da neyi düşünemeyeceğini belirlemek gibi buyurgan/sorgulamacı tavırlar yeni bir özellik değil. Ancak ilk dönem Batıcı aydınlarla yeni temsilcileri arasında bir fark var. Örneğin cumhuriyeti kuran seçkinci elit kesimle içiçe olan aydın kesim siyasi otoriteye yaslansalar da aydın olmak gibi bir iddiaları vardı ve siyasi ve sosyal değişim projesinin entellektüel temellerini oluşturmak üzere kendilerine bir misyon biçiyorlardı. Gazetelerde yazı yazıyorlardı belki ama gazeteci olmaktan çok bir edebiyatçı, bir şair olarak biliniyorlardı.

Savcı üslubuyla medyada boy gösteren şimdiki ardılları ise daha da karmaşık hale gelen iktidar ve sermaye ilişkilerinde doğrudan bir taraf olarak siyaseti biçimlendirmeye çalışıyorlar. Kendilerine ait hiçbir projeleri yoktur; ilişki içinde oldukları sermaye/siyaset/güç çevrelerinin sözcülüğünden öteye ne bir vizyon sahibidirler ne de misyonları vardır.

Seçkinci Batıcı aydınlardan devraldıkları buyurgan, otoriter retoriğin yeni versiyonunu üretmekte başarılıdırlar. Kullandıkları sol söyleme ve muhalif görüntüye rağmen başından beri statükoculuktan beslenmiş ve topluma yabancılaşmış olmak en belirleyici özellikleridir. Tuhaf biçimde, olanca solculuk iddiasına rağmen Türk solu, etkin olmanın yegane yöntemi olarak statüden yana tavır almayı, "derin ilişki" içinde bulundukları güç çevrelerinin sözcülüğünü yapmayı seçmiştir başından beri. Taşralılık-şehirlilik tartışmasının temelinde yatan; sonradan görme kentsoyluluğun korkusuyla karışık komplekslerinin dışa vurumundan başka bir şey değildir. Ve yabancısı olmadığımız bir tavır ayrıca.

Vize makamı

Kendine gazeteci yazar ya da aydın olmayı aşan bir misyon biçme alışkanlığı Yeni Oluşumcular'a karşı çıkan yazarlara özgü bir tavır değil. T. Erdoğan ve hareketini destekler gibi görünüp onu kuşatmaya, dönüştürmeye yönelik telkin faaliyetlerini ilgi ile izliyoruz. Her köşe yazarının, bu ülkede yaşayan herkesi ilgilendiren siyasi bir hareketlenme karşısında ne düşündüğünü yazmasından daha doğal bir şey olamaz. Ancak kullanılan dil, hatta zaman zaman tehdit boyutlarına varan ihtarların üslubu, açıktan karı duran gazeteci-aydınlardan farklı bir yerde durmuyor.

Bunu yazmamın nedeni Kanal 7 Televizyonu'nda yayınlanan Başkent Kulisi'nde konuşan Cengiz Çandar'ın program kapanmadan son anda söyledikleri oldu. Başka yazarların yazılarıyla birleştirince Çandar'ın yaptığı uyarının anlamı daha da önem kazandı: "Yeni Oluşumcular'ın burada bulunan 4 arkadaşı ve buna ilave edeceğimiz iki-üç kişiyle birlikte bizleri ikna etmeden vize almaları mümkün değil." Kelimesi kelimesine bu şekilde olmasa bile mealen bunu söyledi. Programın kapanışına geldiği için diğer katılımcıların da böyle düşünüp düşünmediğini, sözünü ettiği iki-üç kişinin kimler olduğunu öğrenemedik.

Ancak nasıl ve ne gerekçe ile kendini Yeni Oluşumcular'a vize verme konumunda gördüğünü merak ediyorum. Hemen akla şu sorular geliyor. Bu sözleri (örneği kalmamış) tipik Türk aydının (artık gazeteci tipinin dememiz daha doğru) alışkanlıklarına mı bağlamalıyız? Yoksa gerçekten buyurgan eda ile belli çevreler adına söylenmiş bir ifade midir? Bu ifadeler, seçkinci kentsoyluların tavrı ile kendini yargı makamında gören bir psikolojiyi mi yansıtmaktadır? Yoksa bizzat Yeni Oluşumcular bu arkadaşlara böyle bir yetki mi verdiler? Veya maksadını aşan sözler mi idi?

Elitist tutumu elden bırakmadan Yeni Oluşumcular'ı kuşatmaya çalışan, kendilerinde siyasi yol haritası çizme misyonu gören, ideolojik biçimlendirme görevi üstlenmiş başka yazarların yazdıklarını gözönüne alınca vize verme iddiasının anlamı üzerinde düşünülmesi gerekiyor.

Özellikle diplomatik analizlerini zevkle okuduğum Çandar'ın sözleri, kendini, bir hareketin meşruiyet kriteri olarak merkeze alması en azından, Erdoğan'ı sorguya çekenler kadar elitist ve buyurgan bir tavır.


7 Ağustos 2001
Salı
 
AKİF EMRE


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED