T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
'Ulusal güvenlik' ve Sharon'a kucak açmak (1)

ANAP Kongresi'nin ilk gününde Mesut Yılmaz'ı dinlerken gündeme getirdiği 'ulusal güvenlik kavramı tartışması'ndan, pek etkilenmediğimi daha önce ifade etmiştim. Bazı meslektaşlarımız konuyu tartışmaya açtılar bile. Benim etkilenmememin sebebi, kavramın önemiyle ilgili değil, bunu Mesut Yılmaz'ın dile getirmiş olması. Çünkü, ANAP Genel Başkanı'nın bu gibi konularda 'sabıkası' var. Gündeme getirdiği gerçekten önemli konularda söylediklerinin ardında durmuyor. En çarpıcı örnek, "AB'nin yolu Diyarbakır'dan geçer" metaforu...

Bu sözleri sarfettiği günden bu yana bunca zaman geçti, Güneydoğu'da durum tek kelime ile 'çürüme' halinde. Hiçbirşey yapılmadı. Olumlu bir adım atılmadı. Oysa, Mesut Yılmaz hükümetin kilit ortağı. Başbakan Yardımcısı.

Mesut Yılmaz, Türkiye'nin kaybettiği son on yılı kazanabilmesi için AB sürecinin tamamlanması gereğine işaret ediyor. Burada iki 'temel unsur' gözden kaçırılıyor:

1. Türkiye'nin Mesut Yılmaz'ın deyimiyle 'kaybettiği son on yıl'ın öncekinden farkı, bu dönemde ANAP'ın başında Mesut Yılmaz'ın bulunmasıdır. Üstelik, bu dönemin yarısını Türkiye, Mesut Yılmaz'ın ya Başbakan veya Başbakan Yardımcılığı sorumluluğunda geçirmiştir. Yine bu dönemde Mesut Yılmaz, cumhuriyet tarihinin 'yolsuzluk gensorusu' ile düşürülen ilk Başbakanı olmuştur. ANAP'ın ve onun sayesinde Türkiye'nin 'başarılı daha önceki on yıllık dönemi'nde ise ANAP'ın başında ve Türkiye'nin dümeninde Turgut Özal vardı.

2. Geçmişe ilişkin kendi olumsuz rolünü konuşması boyunca 'marke eden' Mesut Yılmaz, geleceğe ilişkin 'AB sürecinin tamamlanması gereği'nin altını çizerken, bir başka gerçeği 'marke' ediyor. AB ile ilişkilerden sorumlu Başbakan Yardımcısı kendisi ve AB'ye sunulan 'Ulusal Program', Türkiye'nin AB hedeflerine ulaşmak bakımından kötü bir belge.

Mesut Yılmaz'ın ismi üzerinde buluşan bütün bu 'tutarsızlıklar' ve 'on yıllık negatif sicili', ANAP Kongresi'ni tartışılmaz ezici bir üstünlükle kazanmış olmasına rağmen, geleceğe dönük 'iyimserlik duygularımız'ı beslemeye yetmiyor.

Fakat, herşeye rağmen, kongre salonuna bir gözatınca ANAP'ın Türkiye'nin 'en şehirli' partisi olduğu da olanca netlikle gözler önüne seriliyordu. 'Yeni tartışma kavramları'nın, Mesut Yılmaz'ın ağzından çıksa da, ANAP çatısı altından çıkması; partinin 'mayası'nın iyi olduğunun bir göstergesi gibiydi.

Ne var ki, Mesut Yılmaz bir yana, ANAP bu talebin arkasında durabilir ve bu talebin öngördüğü 'siyasi çizgi'yi izleyebilir mi? İşte burası çok şüpheli. Zira, bu talebi dillendirmek ve peşinden koşmak için, Türkiye'de tanımlandığı ve uygulandığı biçimiyle 'ulusal güvenlik politikası'ndan zarar görmüş olmak gerekiyor. Gelgelelim, ANAP, bizzat Mesut Yılmaz'ın sayesinde '28 Şubat süreci'ne eklemlenmiş olduğu, ihale koordinasyonları ve müteahhitlik hizmetleriyle, insan hakları ve demokratik hak ve özgürlüklerden daha fazla ilgilendiği ve dolayısıyla 'mağduriyet' tatmadığı için, böylesine 'demokratik bir atılım'ı kovalayacak niyet ve enerjiden yoksun. Bu konuda 'atalet' içinde...

'Ulusal güvenlik kavramı'na 'yeni' yorum getirmek 'eski dönem'in bu konudaki 'bagajları'na sahip olmayanlar tarafından yapılabilir. Böyle bir 'niyet' ve 'enerji' onlarda bulunabilir ama Türkiye'nin mevcut ve resmi 'ulusal güvenlik anlayışı'nın belkemiğini oluşturan 'kendine özgü jeostratejik şartları'ndan ötürü, bunun yapılabilmesi, mümkün olabilecek 'en geniş demokratik ittifaklar' ve 'örgütlenme' ile sağlanabilir.

Ne ilginçtir ki, Mesut Yılmaz'ın 'ulusal güvenlik kavramı'nı tartışma gündemine getirdiği bir sırada, dünkü Ha'aretz gazetesinde İsrail'in ünlü ve tecrübeli siyasi şahsiyetlerinden David Kimche'nin çok önemli bir makalesi yayımlandı. Kimche, hem kıdemli bir 'istihbaratçı' ve hem İsrail dış politika elitinin saygın bir mensubu. Bakın ne diyor:

"Kısa bir dönem öncesine kadar, devlet adamları ve diplomatlar, esas olarak, ülkelerinin güvenliği ve esenliğiyle ilgilenirlerdi. Bu elbette ki tüm ülkelerin başlıca önceliği olmakla birlikte, -Soğuk Savaş'ın bitiminden ve küreselleşme çağının doğumundan itibaren- bunlar kendilerini ne siyasetin ne siyasi sınırların içinde tanımlanmamış olan konulara hasrediyorlar.

İnsan hakları, çevre, nüfus, yoksulluk ve açlık ve aynı zamanda uyuşturucu kaçakçılığı, nükleer silahların ve uluslar arası terörizmin yayılmazı, dünya gündeminde artan ölçüde önemli rol oynayan yeni konuların başında geliyor. Hiç kuşkusuz insan hakları, bu konular sıralamasının en şerefli yerini işgal ediyor. İnsan hakları, giderek, dünyanın iyi beslenen, gelişmiş parçasında, özellikle Avrupa'da, kollektif bilincin kumanda mevkiine oturdu.

Bu, insan haklarına saygı gösterilmesine inanan herkesi mutlu edecek bir gelişmedir. Ancak, bunun, İsrail için oldukça can sıkıcı çağrışımları var. Biz bugün, bir başka halkı bir işgal ordusuyla yöneten dünyadaki pek az ülkeden biriyiz ve bu durum insan haklarının çiğnenmesi listesinin tepesinde yer alıyor..."

Ve çarpık bir 'ulusal güvenlik kavramı'na sahip Türkiye, Kimche'nin böyle tarif ettiği ve 'insan hakları ihlali' ve dahası 'katliam suçlaması' altındaki bir Başbakan'a sahip İsrail ile sarmaş dolaş. İsrail Başbakanı Ariel Sharon bu akşam Türkiye'ye ayak basacak.

'Ulusal güvenlik' tartışmasını bu 'çirkin gelişme'den bağımsız olarak yapamayız. Yarın devam edeceğiz...


7 Ağustos 2001
Salı
 
CENGİZ ÇANDAR


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED