T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Ve Cumhurbaşkanı patladı...

5 Ağustos'ta, Mesut Yılmaz'ın sarfettiği milli güvenlik kavramına ilişkin bazı cümleler, Genelkurmay Başkanlığı tarafından 8 Ağustos'ta cevaplandırılmıştı.

Siyasete askerin müdahalesinin hatalı olduğunu her zaman söyleriz. Ama doğrusu Genelkurmay'ın, özellikle yolsuzluk konusundaki ifadelerine katılmamak mümkün değildi. Asker, yolsuzluğun Türkiye'yi çökerttiğini vurgularken, Yılmaz'ı suçlayan kelimeler seçmişti:

"Yapılan talihsiz konuşmada 'her ileri adımın, ulusal güvenlik gerekçesi ile kesildiği' ifade edilmiş, ancak tek bir örnek de verilmemiştir. 'Ülkenin geleceği için gerekli her ileri adımın' her zaman gerçek anlamda ileri adım olup olmadığı tartışılması gereken bir konudur. Üzerinde düşünülmesi gereken önemli konu, kişi ve kurumların, sorunlar karşısında, üzerlerine düşen görevleri eksiksiz yapmak yerine, başkalarına saldırarak sorumluluktan ve başarısızlıktan kaçma gayretleridir. Bugün, Türkiye Cumhuriyeti'nde, ekonomi iflas noktasına gelinmişse, ekonomiyi bu hale getirenler hakkında en ufak bir işlem yapılmıyorsa, milli ve ahlâki değerler aşındırılmışsa, soygun düzeni adeta normal bir davranış haline gelmişse... Tüm bu olumsuzlukların nedenini 'ulusal güvenlik kavramı' ile örtmek ve bu kavramın sonucu olarak görmek hem makûl, hem de insaflı değildir, aynı zamanda tehlikelidir." (8 Ağustos 2001)

Konsept değişikliği

Dün de yazdığımız gibi, Tantan ve ekibi, 1998'de, çete kavramında bir konsept değişikliğine gitmiş, organize suç olarak adam öldüren, vuran, kıran, tehdit edip çek - senet tahsil eden veyahut uyuşturucu kaçakçılığı yapanların yerine, -ilâve olarak- hayali ihracatçıları, haksız kredi kullanarak bankaların içini boşaltanları, ihale yolsuzluklarının faillerini koymuştu.

Banka vurgunları ile Enerji ve Bayındırlık Bakanlığı ihalelerinin üzerine işte bu konsept değişikliğinden sonra gidildi. Çünkü Tantan'a göre, mafyanın ekonomik ayağını bu çevreler oluşturuyordu.

2000 yılının Ekim ayında, iç tehdit değerlendirmesini soran basın mensuplarına Tantan "Yolsuzluk ekonomisi en büyük tehdit" diyor ve ekliyordu: "Hırsızı, soyguncusu, üç kağıtçısı Türkiye'de el üstünde tutuluyor. Bunlar saygın kişi olarak görülüyor. Vatandaş kendisini soyanları saygın görme hastalığından mutlaka kurtulmalı."

"Ekonomi iflas noktasına gelmişse, ekonomiyi bu hale getirenler hakkında en ufak bir işlem yapılmıyorsa, milli ve ahlâki değerler aşındırılmışsa, soygun düzeni adeta normal bir davranış gibi telâkki ediyorsa" diyen Genelkurmay'ın bakış açısıyla, İçişleri Bakanı Tantan'ınki birbirine uyuyordu. Uyumsuzluk, Tantan ile hükûmet arasındaydı. Yılmaz, Beyaz Enerji'de Cumhur Ersümer'in yanında yer alırken, operasyonun başlamasından haberdar edilmediği için, İçişleri Bakanı'na kızmıştı. Onu harcamaktan çekinmedi.

Kanun değişikliği ve Cumhurbaşkanı

Birkaç gündür yazıyoruz: Banka hortumlarının, ihale vurgunlarının ve enerjideki soygunların DGM kapsamından çıkarılması, hortumcuların cezaevlerinden çıkmasını kolaylaştıracaktır. Maalesef uyarılarımız Parlamento'da yankı bulmadı. Bütçe müzakereleri arasına sıkıştırılan DGM Yasası, kaşla göz arasında çıkıverdi. Partiler öyle bir ittifak yapmıştı ki, AK Partili Ramazan Toprak hariç, milletin kürsüsünde, kanunun doğurabileceği sakıncalara temas eden olmadı. Kamer Genç bile suskundu; muhtemelen susturulmuştu. Nihayet, evvelki gün bütçede, memur zamları konuşulurken patladı: "Milyonlarca doları bankacılar yüzünden yükleniyoruz; ama kamuda çalışana verecek paramız yok" dedikten sonra, "DGM kanunu değişikliği ile, yargılanan sanıkları, zaman aşımından yararlandırma" çabalarına dikkat çekti.

Dün de, Cumhurbaşkanı çok ağır konuşmuş ve Parlamento'da dönen dolabı açığa çıkarmış.

İşte Necdet Sezer'in, Bayram Meral'e söyledikleri:

"Bugüne kadar el konulan 8-10 bankadan çalınan para 17 milyar doları buluyor. Yaşadığımız ekonomik krizin nedeni budur. IMF'den gelen paralar buralara gidecek. Hem yolsuzlukla mücadele ettiklerini söylerler, hem de DGM yasasını değiştirirler. DGM yasasının bütçe görüşmelerinde araya sokulması olacak şey değil. Lâfa gelince, yolsuzlukla mücadele ediyorum diyeceksiniz, ama soygunu kolaylaştırıcı düzenleme yapacaksınız."

Tehlikeli üçgen

Ülkemizin belini büken yolsuzluklar öyle alelade, sıradan olaylar değil. Siyasetçi-bürokrat-işadamı (medya patronu) üçgeninde gerçekleşiyor ve basının himayesi altında kaldığı için, kamuoyunu bilgilendirip, bir baskı kurmak zorlaşıyor.

Asıl bu çeteler milli güvenlik açısından bir numaralı tehdit. Çünkü bugün Türkiye'nin içine düştüğü perişanlığın baş sorumlusu onlar.

Devlet Planlama Teşkilâtı ve Sayıştay'ın şiddetle karşı çıkmasına rağmen, basınla ittifak halinde olmasaydı, Cumhur Ersümer, 2001 yılında, işletme hakkı devirleri için getirilen bir istisna ile, % 18'lik KDV'yi % 1'e indirip, devletin imkânlarından büyük bir pastayı basın patronlarına ikram edebilir miydi?

Sayıştay'ın raporunda Yap-İşlet-Devret modeliyle gerçekleştirilen yatırımların Hazine'ye büyük bir yük bindirdiğinden bahisle, halen beklemekte olan 29 projeye Hazine garantisi verilmemesi tavsiye edilmektedir.

Sayıştay raporunda bazı bölümleri sütunuma alıyorum:

"Bugüne kadar Yap-İşlet-Devret (YİD) çerçevesinde 11 adet proje yapılmıştır. 11 adet YİD projesinin toplam tutarı 4 milyar dolardır. Yatırım tutarı ürün satış fiyatlarına yansıtılmaktadır. Hazine, verdiği satın alma garantisi ile, bu tutarın tamamı ile ilgili riski yüklenmiş olmaktadır."

Yuvacık Barajı

Sayıştay, Hazine'nin 480 milyon dolar açıktan ödemesine yol açan İzmit Su Projesi örneğini, yukarıdaki görüşünü desteklemek üzere raporuna koyuyor: "İzmit Su Projesi'ne, verilen garantiler sebebiyle 1999 ve 2000 yıllarında, 480 milyon dolar su faturası ödenmiş, üstelik bedeli ödenen su, küçük bir kısmı hariç, herhangi bir şekilde kullanılmamıştır. Söz konusu tesislerin işletme süresi 15 yıldır. Yani proje dolayısıyla uğranılan zarar artarak devam edecektir."

İzmit Su Projesi'ne başlangıçta, işin sahibi İzmit Büyükşehir Belediyesi olumsuz görüş bildirmiştir: "Proje kapsamında üretilecek suyun % 70'inin İstanbul'a satılması planlanmaktadır. İstanbul'a su temin etmeye yönelik bu projenin, İzmit'in yatırım programına dahil edilmesinin hiçbir mantığı bulunmamaktadır. Bu proje bünyesinde üretilecek su pahalı olacak ve İSKİ tarafından satın alınmayacaktır."

Daha sonra bu itirazlar göz ardı edilmiş ve projeye, YİD kapsamında, 24.2.1995 tarihinde başlanmıştır. Bu çerçevede inşa edilen Yuvacık Barajı inşaatı, 1998 yılında 891 milyon dolara tamamlanmıştır.

Benzer özelliklere sahip İzmir Tahtalı İçme Suyu Projesi'nin yatırım maliyeti 115 milyon dolar, Diyarbakır İçme Suyu Projesi'nin yatırım maliyeti 212 milyon dolardır. (Bütçe görüşmeleri sırasında Saadet Partili Aslan Polat, Sayıştay'ın raporuna temas ederek, yolsuzlukların takipçisi olduğunu göstermiştir.)

Sorumlu kim?

Proje hatalı bir proje. Zira elde edilen suyun İzmit'e fazla geleceği, bu yüzden İstanbul'a satılacağı hesap ediliyor. Ama İstanbul'un zaten böyle bir talebi yok. Ayrıca, yüksek maliyetle gerçekleştirilmiş bir proje.

Üstelik, Hazine'nin projeye vermiş olduğu garanti çerçevesinde 2 yılda 480 milyon dolar devletin kasasından para çıkmış.

Bu işin sorumlusu kim?

Ve İzmit'teki hatalı uygulamadan ders almayıp gene Yap-İşlet-Devret modelinde ısrar edenlerin, garanti için Hazine'nin kapısını aşındıranların iyi niyet sahibi olduğunu söylemek mümkün mü? Hele bir de, hem DPT'nin, hem de Sayıştay'ın bu projeler gerçekleştiği takdirde enerji fazlası olacağını ifade etmelerine rağmen, Cumhur Ersümer'in ısrarında hangi saikler rol oynuyordu?

Gelelim Kurtköy Havaalanına. Kurtköy Havaalanı (Sabiha Gökçen Havaalanı) gecikme oluyor gerekçesiyle, Bayındırlık birim fiyatlarının çok daha üstünde bir fiyatla, Nato Enf Dairesi'ne yaptırıldı. Hava meydanı tamamlandı. Halâ bomboş duruyor. Demek Başbakan Mesut Yılmaz'ın gecikmeyi önleme gerekçesi samimi değildi. Kaybeden millet, kazanan gene birileri oldu. Yılmaz da, koalisyon içi dengeler sayesinde, Kurtköy dosyasından Meclis'te parmak hesabıyla aklandı.

Sezer'den onay

Cumhurbaşkanı Necdet Sezer, imkânı elverdiği ölçüde, yolsuzlukların önünü kesmeye çalışıyor. RTÜK yasasında yapılan değişikliği veto etmesi bu dikkatten kaynaklanıyordu. Büyük çaptaki vurgunları DGM kapsamından çıkaran yasayı da aynı sebebten veto etti. Meclis, onun vetosunu aşabilmek için, kanunda hiçbir değişiklik yapmadı.

Cumhurbaşkanı mecburen bu kanunu imzaladı.

Anayasa Mahkemesi'ne müracaat edip, elindeki son imkânı kullanılır diye düşünüyorduk. Demek kanunda -ahlâka ve dürüstlüğe aykırılık görmekle birlikte- anayasaya ters düşen bir nokta bulamadı.


13 Aralık 2001
Perşembe
 
NAZLI ILICAK


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED