T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

R Ö P O R T A J
Kimse merak etmesin hedefimiz zirve

"Bu takım rahat final oynar" diyenlere ben de 'Türk basınına bu tiraj yetmez, en az 50 milyon satmalı' diyorum. Bunu satan ülkeler var, bizimkiler de satsınlar göreyim. Benim de zirve hedefim var ama, üslubum merdiveni basamak basamak çıkmak.

Başlangıçta herşeyin bu kadar zor olacağını tahmin etmiş miydiniz?

Sıkıntıları bekliyordum. Çalıştığım dönem içerisinde tabiî bazı zorluklar oldu ama bunların hiçbirisini aşılamayacak zorluklar olarak görmedim. Önümde iki yol vardı: Çok rahat olup zamanım boş kalabilirdi. Ya da çok çalışıp hiç zamanım kalmayabilirdi. İkincisini tercih ettim. Bu biraz sıkıntılı oldu ama sanırım iyi oldu.

Niye hep eleştirildiniz. "Beyaz Türk" ya da "İstanbullu" olmamanızdan mı. Bazıları, sizi kendi sınıflarından görmediler mi?

Böyle ifade etmek istemem. Çünkü bunların hepsi futbolculuğum dönemimde bana yakın olan benden fikir ve bilgi isteyen insanlardı. Ama, hayatımı hiçbir zaman onların yanlışları üzerine kurmadım. Bazılarıyla aramızdaki fark şu. Ben "iş yapsam da ön plana çıkmak istemem" diyorum. Onlar ise "sen iş yapsan da yapmasan da ben ön planda olacağım" diyorlar. Zenci muamelesi görmedim. Sadece medyanın içerisinde belirli bir kesim beni istemiyor. Yaptığım işi araştırmadan, bana varlık olarak karşılar. İlk gün de böyle, bugün de. Yani, yanlışta bir tutarlılıkları var. Yine de basından hiçbir antrenörün görmediği desteği gördüğüme inanıyorum.

İşinizin kolay olduğu ve hazır bir kadro devraldığınız söylendi. Terim ve Denizli'den sonra takımın üzerine ne koydunuz?

Mustafa da, Fatih de, ben de aynı neslin insanlarıyız. Bizim aramızda olumsuz boyutta da hiçbir şey olmamıştır. Dolayısıyla, ben şunu yaptım o bunu yaptı demem. Herkesin bir katkısı var. Bazen düzeni korumak da ona bir şey katabilmek de hizmettir.

Anlaşıldı... Siz söylemeyeceksiniz, ben söyleyeyim. Milli takımın en iyi istatistikleri sizin döneminde oluştu. Niye çıkıp, bunu hiç anlatmadınız?

O ayırımı da yapmak istemiyorum. Anlatmam, anlatmak işime gelmez, doğru da bulmam zaten. Bunun için bana yüklenmeleri de hiç önemli değil. Bana daha iş yapmadan yüklendiler. "Senin ne işin var burada, başkası gelsin" dediler.

Diyelim -inşaallah- Dünya Kupası'nı da aldık. İçinizden, "bundan bari ders alsınlar" diye geçirir misiniz?

Bu saatten sonra kimseyi terbiye edecek halim yok. Biliyorum ki bunlar hep vardı ve belirli sayıda hep var olacaklardır.

Avusturya maçından sonra beklenmedik bir şekilde istifayı gündeme getirdiniz. Neden?

Aklımda istifa düşüncesi yoktu. İşlerin benim varlığımla kötü gittiğini görürsem gereğini zaten yapardım, oraya bağlanma gibi bir niyetim olmazdı. Ama işi iyi ve doğru yaptığıma inandığım için böyle bir sıkıntım olmadı. 1,5 yıl ağzımı açmadım ve konuşma zamanının geldiğine inandığım anda maç bitiminde konuştum. Önceden söyleyeceğim her söz bana ve takıma zarar verirdi. İş bittikten sonra kamuoyunun beni isteyip istemediğini ölçebilirdim. İstemeyenler "niye istemiyorum"u açıklasınlar istedim. Baktım ki bunlar ortaya yine bir fikir koymadılar. Bununla birlikte sadece destek verenler değil kararsız olanlar da benden yana tavır koydu. Herkes özgürce tartıştı ve bundan ben de payımı aldım.

Grup maçları sırasında hiç karamsarlığa düştüğünüz, "bu iş olmayacak" dediğiniz oldu mu?

Dünya Kupası'na birinci olarak gitmek istiyorduk, hak edilmemiş bir ikincilikle, eleme maçı oynayarak gittik. Ama hep gideceğimizi söyledim. Kaybettiğimiz İsveç maçından sonra soyunma odasına girdiğimde futbolcular birbirlerine bağırıyorlar, "o adamı tutsaydın golü yemezdik vs." diyorlardı. "Çocuklar buna hakkınız yok. Maçı kaybedebilirsiniz ama asla umudunuzu ve birbirinizi kaybetmeyin" dedim. Dahası, onlara "Size saha içinde görev veren benim, yanlışlık varsa hesabını ben veririm" dedim. O anda çok iyi biliyordum ki Dünya Kupası'na gidecektik. Onlardan söz bile istemedim çünkü, ne yapacaklarını biliyorlardı.

Elinizdeki kadro büyük ölçüde doyuma ulaşmıştı. Onları yeni bir yüksek hedefe motive etmenin zorluğunu yaşadınız mı?

Oyuncuların bir sıkıntısı yoktu ama onlara misyonlarının bittiğini, artık bir daha yeni bir şey yapamayacaklarını kabul ettirmeye çalışanlar vardı. Onlar da bunun etkisi altında kaldılar. Durumu toparlamak ve üslubumu onlara benimsetmek biraz zaman aldı. Bunu da sadece gerçeği ve Dünya Kupası'na katılabilecek oyuncular olduklarını anlatarak yaptım.

Niye kimseyi kandırmıyorsunuz? İnsanlar biraz da "yalan" duymak ister...

Benim üslubum değil. 50 yaşıma kadar kendime söyleyemeyeceğim şeyi başkalarına da söyleyemedim. Doğruyu söyleyen hikaye anlatmaz, hikaye anlatan da doğruyu söyleyemez. Hikayeci olmayı hiç istemedim. Bu üslubum başta futbolcuları da şaşırttı. Bir süre ne kadar tutarlı olduğumu anlamaya çalıştılar, sonra alıştılar.

En şöhretli ve pahalı yıldızlarla çalışıyorsunuz. Kararlarınıza karşı çıkanlar, "hoca benim nasıl kesersin" falan diyenler olmuyor mu?

Yıldızların olduğu yerde "Güneş" de var. Dolayısıyla benim böyle sorunum olmaz. Okan'la ilgili Norveç'le yaptığımız hazırlık maçında söylenti oldu. İkinci sarı kartı görmemesi için 42. dakikada oyundan aldım ve o da buna üzüldü. Bu bir sorunmuş gibi işlendi ama ilgisi yoktu. Ben oyuncuya görev veririm ya da vermem oyuncular da saygısızlık yapmaz. Zaten Okan da öyle bir çocuk değil. Bir de son Moldova maçında kadroyu geniş tutmuştum. Bu arada bazı as görünen oyuncuları tribüne gönderdim. Bunun nedeni, yeni oyuncuları denemek ve onlara şans vermekti.

Oyuncularınız sizi severler mi?

Vallahi bunu hiçbirisine sormadım. Ama, ben de onlar da işimizi çok seviyoruz. İşlerini çok iyi yaptıkları zaman ben çok seviniyorum. İyi futbol, benim mutluluğumdur.

Tam Karadenizlisiniz. "Sevgi olsun da belirtilmesine gerek yok" diye düşünüyorsunuz...

Gerçekten öyle... "Seni seviyorum" denmesine gerek yok. İşini iyi yapan beni seviyor demektir.

Maç sırasında bazen, dediğinizi yapmayan futbolcuları gırtlaklamak istediğiniz oluyor mu?

Onlar adına üzüldüğüm oldu ama insanların hata yapacağı ilkesinden hareketle hep hoşgörülü davranmışımdır. Kendimi sahaya atmayı hiç düşünmedim. Herkes yerinde işini yapmalı. Hata, bireysel olduğu zaman sorun değil. Oyuncuyu değiştirerek sorunu çözüyorsunuz. Ama takım tümden kötü olunca bu zaman alabiliyor. Mesela, deplasmandaki Azerbaycan maçının ilk yarısında bu oldu. Devre arasında sorunu çözdük ve ikinci yarıda toparladık.

Onları nasıl motive ediyorsunuz? "Hadi aslanım, vur, parçala" falanla mı?

Akıl, bilgi çağındayız. Klasik motivasyon devri geçti. Doğruları söyleyip, işin gereğini anlattıktan sonra futbolcu gereğini yapıyor.

Ama hep, "Hoca elini cebine sokup şöyle bir baktı mı futbolcu anında motive olur" derler...

Vatan-Millet-Sakarya gitmiyor artık. At koşmuyor. Üslup değişti, nesil değişti. Çocuğa bile, "otur" desen, "niye" diyor. "Dışarı çık" desen, "neden" diyor. Gerekçesini izah etmezsen ikna edemiyorsun. Ben futbolcuyu aklına yeten şeyi söyleyerek motive ederim. Futbolcu pekala, aklına yatmayanı sorgulayabilir. Çünkü onun da benim gibi aklı var. Aramızdaki fark benim işleyişten sorumlu olmam. O da Türk insanı ben de Türk insanı...

Ama, sizin bir iki farkınız daha var. Hem adamsınız, hem de Trabzonlu!

Bunu kullanmam gereksizdi ama geldiğim günden beri Trabzonlu oluğum için iş bulduğum söylendi. Eğer birileri bunu söyleyip o şehre hakaret ederse ben de o şehrim hakkını korumasını bilirim. Aynı şey Bolulu, Hakkarili, Kayserili, Adanalı için de geçerlidir. Türklük de öyledir... Kürt ya da kendisini başka bir kimlikle tanımlayan benim için aynıdır.


 
İntikam nedir bilmem, kendimi şımartmam!
Kamuoyu, Milli Takımlar Teknik Direktörü Şenol Güneş'i alışılmış futbol adamı kimliğine oturtmaya çalıştıkça, o kaçıyor. Hoca, "İddia" yerine "planlama", "hırs" yerine "sabır" ı tercih ettikçe eleştiriliyor. Oysa onu "Şenol Hoca" yapan özellikler bunlar. O diğerlerinden gerçekten çok farklı... "Kendinizi şımartır mısınız?" sorusuna "Gerek yok. Dengemi bozan hiçbir şey yapmam" diyecek kadar sakin bir kişilik o. "Kaleciyken 4 yediğiniz Avusturya'ya, hoca olarak 5 attınız. İntikam duygusu taşır mısınız?" sorusunu da "Hayır, hayatım boyunca böyle bir şey olmadı. İntikam ve ihanet duygusu küçük insanlara özgüdür" diye cevaplıyor.
Karizma var ama, göstermeye vaktim yok!
Futbolla ilişkinizi nasıl tarif ediyorsunuz. Meslek, aşk, sevgi?
Hepsinin üzerinde. Öyle bir ad aramadım hiç. Bir işkolik sayılırım. İşimi eve de, her yere de taşıyorum. Hep bunu düşünüyorum ve her an proje üretiyorum. Bunu bazen yazarım bazen de zihnime kazırım. Şimdiden, altı ay sonraki Brezilya maçını düşünüyorum.
Başarılı olmak için karizmaya değil bilgiye ve meslek aşkına gerek olduğunu göstermeyi kafaya koydunuz herhalde...
Bizde zaten karizma da var, ama kullanmak istemiyorum.
Nasıl yani, karizma öyle bir yere depolanan bir şey mi?
Hayır, onların anladığı şekliyle söylüyorum. Türkiye'de karizma standardı giyimle, uzak durmayla, hava basmakla ilgili bir şey. Futbol oynarken bu bende de vardı. Ama bunun beni insanlardan uzaklaştırdığını farkettim. Karizmatik, ulaşılamayan kişi gibi görünürken bir yandan antipatik itici birisi olup çıkıyorsunuz. Hava atmayı sevmem. Gözümde rahatsızlık olmasına rağmen gözlük bile takmıyorum. Sevilmeyen biri olmayı sevmedim, istemedim. Dolayısıyla karizmatik, misyon ve vizyon sahibi olmak gibi şeyleri önemsemiyorum. Vizyon isteyenlerin önüne Dünya Kupası finallerini koyduk. Ben buna ülkü diyorum ve bu işin misyoneriyim. Zamanını işime adıyorum ve üzerimdeki sorumluluğu yerine getirmeye çalışıyorum. Onların istediği karizmayı göstermeye vaktim yok, hepsi bu.
Grup maçlarında iddialı konuşmadınız sadece, "Dünya Kupası'na katılacağız" demekle yetindiniz...
Eee, bundan daha büyük iddia var mı? Ama haklısın, "asacağız, keseceğiz" demedik. Çünkü buna lüzum yoktu.
Ama, Avusturya maçından hemen sonra, "hedef çeyrek final" dediniz. Size "amaçsız" demelerinden mi korktunuz?
Yine yanlış anlaşılıyor. Başta hedef kupaya katılmaktı, şimdi de gruptan çıkmak. Ben de "final oynayacağız" demesini bilirim.
Zaten, "bu takım rahat final oynar" diyenler var...
Ben de Türk basınına bu tiraj yetmez, en az 50 milyon satmalı diyorum. Bunu satan ülkeler var, bizimkiler de satsınlar göreyim. Bakın, başkalarının koyduğu çıtayı bilmem, benim bir çıtam ve sorumluluklarım var. Benim için zirve hep vardır ama merdivenini ilk basamağı çok önemlidir. O basamaklara bakmadan zirveyi düşünmem. Ama hâlâ şüphesi olanlar varsa tekrar söyleyeyim. Merdivenini basamağına niye basıyorum kardeşim? En yukarı çıkmak için. Yoksa başka yola girerim, burada ne işim var?
Hıncal Uluç, "Güneş görevde kalsın ama Terim takımın başına şef olsun" dedi. Takıma şef lazım mı?
Şimdi böyle bir öneriye, gündem oluşturma çabasından başka ne ad verilir. Terim'le konuşuldu mu, benimle konuşuldu mu, böyle bir şey olabilir mi? Ben zaten Fatih dahil bu ülkedeki bütün futbol birikiminden çeşitli yollarla istifade ediyorum. Niyetinin bizi birbirimize vurdurmak, sonra da "kah, kah, kah" gülmek olduğunu sanıyorum. Çünkü, Fatih'i de sevmediğini biliyorum.
Spor yazarlarından bir 11 yaparsanız nasıl bir takım kurardınız?
Ne 11'i! Daha çok değerli isim var. Yani iki-üç adam hariç hepsi kadroya girer.
10 Aralık 2001
Pazartesi
 
 
Künye
Temsilcilikler
Reklam Tarifesi
Abone Formu
Mesaj Formu
Ana Sayfa | Gündem | Politika| Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon| Ramazan| Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED