T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
İyi şeyler.. Son iyi şeyler

Bana, öykünün bir "anlatma" sanatı olduğuna ilişkin kanaatimi teyid ettiren bir ürün var elimde: Ahmet Kekeç'in "Son İyi Şeyler" adını taşıyan öykü kitabı. Kitap, aslında ilk kez 1985 yılında yayınlanmış, ama ben yeni görüyorum. Kitabın ikinci baskısıyla görme fırsatını yakalamış oluyorum. Kitabı, kelimenin aslî anlamında "bir solukta" okuduğumu hemen söylemeliyim. Bir solukta.. çünkü anlatıcının ne anlattığına dikkat etmedim bile. Yalnızca okudum, tözeklemeden, ne iyi yapmış diye aklımdan geçirerek okudum. Çünkü Ahmet Kekeç'in anlatım tarzını kendime yakın buldum. Bunu ben yazsaydım ancak böyle yazardım diyerek okudum. Ahmet Kekeç'le, öykü anlatımında aynı damardan geldiğimizi, belki aynı kaynaklardan beslendiğimizi duyumsadım. Bu "damar" lafını açmam gerekiyor. Geleneksel olarak öyküde iki anlatım tarzına dayanan iki damar varbulunuyor: biri, köklerini Poe'da bulan, girift, heyheyli, doğrusal bir çizgi izlemeyen, deyim yerindeyse, konuyu kelimelere yükleyen ve kelimelerle, anlattığı dünyayı dışa vuran damar; ötekiyse, basit, düz anlatıma dayalı Çehov tarzı.. Ahmet Kekeç, birinci damardan besleniyor. Kendi payıma benim gözdem de aynı damar. Çehov tarzı, bana, ne kadar beğendiğim öyküler vermiş olsa da, neticede, itiraf etmeye mecburum ki, kabak çekirdeği işlevinde geliyor: eğlendirici, ama damardan vuruşu denemekten uzak; oyalayıcı, ama besleyici olmaya yakın durmuyor: hissiyatımı ancak böyle dillendirebiliyorum. Dosto da bizim damardan.

Bu damarın belli başlı bir özelliğini ortaya koyabilir miyim acaba? Belki şu: olayın, konunun belli bir merkezi yoktur. Her şey, bütün kişiler ortadadır. Kişiler hem dışardan, hem kendi içlerinde savrulmuşlardır. Dosto, romanında, her ne kadar olay örgüsü olarak geleneksel şablonlara bağlıymış gibi görünse de, aslında onun geleneğinin zaten kendisiyle başladığını kabul edersek, aynı savrulmuşluğu romanının teknik örgüsünde de bulabiliriz. Ama daha önemlisi, roman örgüsünün merkezsizliğinden çok, kişilerin merkezsizliğinde, onların savrulmuşluğunda yatıyor.

Son İyi Şeyler'de üç öykü yer alıyor: Atlas, Bir Gecenin Öyküsü, Korkulan. Her üç öykünün de özetlenemez olduğunu söylemeliyim. İşte bu damarın, bir başka özelliği. Bu öyküler özetlenemez olduğu için okuyucuyu, tekrar tekrar kendine celbetme marifetiyle donanıyor. Oysa bir Çehov tarzı öykünün bir kez okumakla işi bitmiş olur. Onu tekrar tekrar sizi okumaya celbeden bir yanını keşfedemezsiniz. Yoktur.

Ben bu öyküleri okuduktan sonra, hafızamın uyarısıyla 21 yıl öncesine, Mavera dergisinin Eylül 1980 tarihli 46. sayısına, Hikâye Özel Sayısı'na gittim. Orada Ahmet Kekeç'in bir öyküsünün bulunduğunu biliyordum. O öyküyü buldum ve onu da yeniden okudum. "Eksilen" adını taşıyan öykü.. İşte, özetlemeye gelmeyen bir öykü daha.. Kekeç, keşke o öyküyü de bu kitaba koysaymış diye düşündüm. Bir yandan da, onun ilk öykülerinden birini yayınlayan kişinin kendim olduğunu düşünerek böbürlendim. Ahmet o tarihte henüz ondokuzunu sürüyormuş, gencecik bir öykü yazarı. Niçin daha çok öykü yayınlamamış olduğunu, hiç de geç kalmadığımı düşünerek, şimdi buradan ona sorma hakkını kendimde gördüğümü söylemeliyim.


13 Aralık 2001
Perşembe
 
RASİM ÖZDENÖREN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED