T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Ramazan Konuşmaları (3)

Siyah kanallarda Ramazan'ı karartmak, bu yapılamazsa "fırsat bu fırsat" diyerek İslam'a yönelik kötü amaçları gerçekleştirmek üzere seçilen başat konular şunlardı: Din-dünya (din-siyaset) ilişkisi, İslam ve demokrasi, anadilinde ibadet, kadın, din ve değişim. Bunlardan bazılarını daha önceki yazılarımızda ele almış, tahlil ve tenkit etmiştik. Diğerlerine gelince:

1. Din dünya, din-siyaset ilişkisi konusunda empoze etmeye çalıştıkları inanç ve düşünce, "dinin iman, ibadet ve ahlaktan ibaret bulunduğu, dünya hayatının düzenlenmesinin akla ve bilime bırakıldığı, Kur'an'da geçen bazı düzenlemelerin o günün ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik olduğu ve bugünün Müslümanlarını ilgilendirmediği" şeklinde özetlenebilir. Bu anlayışın delilleri nedir diye sorulduğunda nakli (âyet ve hadis) olarak zikrettikleri bir şey yok. Ayetler ve hadisler, ilâhî-dînî hükümlerin beşer tarafından değiştirilmesine izin vermiyor. Aklî delil olarak ise "insan hayatında en temel kuralın değişme olduğunu, değişen hayatın ihtiyaç ve problemlerine, değişmeyecek olan naslarla çözüm getirmenin mümkün olmadığını" ileri sürüyorlardı.

Dinin en önemli unsuru elbette inançtır. Ama bu inancın içeriğinde Allah ile kul ilişkisi vardır; Allah'ın yarattıklarına, onların iyiliği, iki cihanda saadetleri için bazı emirleri ve yasakları, tavsiyeleri, teşvikleri, verdiği bilgiler vardır, bunların bir kısmı da dünya hayatı ile (insanın diğer insanlarla, toplum ile ve eşya ile ilişkilerine ait olanlar, hukuk, siyaset, ahlak... ile) ilgilidir. Esasen hayatın bir alanını diğerinden, su geçirmez kaplar gibi ayırmak mümkün değildir. Ayrıca nasıl eski Yunan'dan, Roma'dan beri devam eden siyasi ve hukuki ilkeler, kurallar, normlar varsa ve bunlar, insanların değişmesine rağmen değişmemiş ise dinin buyruklarında ve öğretilerinde de böyle değişmezlerin bulunması tabîîdir. Peygamberlik sona erdiğine göre hiçbir insanın, âyet ve hadislerin kesin, bağlayıcı ifadeleriyle sabit olmuş kuralları değiştirmeye hakkı olamaz. Bunun iki istisnası vardır: 1. Ayet ve hadiste, hükmün değişmeye açık olduğunu gösteren bir işaretin bulunması. 2. Olağan dışı durumlar sebebiyle uygulamanın zarar vermesi. Eğer bu kurallar, emir ve yasaklar uygulandığı takdirde fert ve cemiyete zarar veren bir durum ortaya çıkarsa –ki, normal hallerde böyle bir şey olmaz– o zaman zaruret ilkesi devreye sokulur ve zararlı olan uygulama askıya alınır. Ama vahiy ile gelmiş, değişme kabiliyeti taşıdığına dair bir delil ve işaret bulunmayan, uygulandığı takdirde bir zarar da söz konusu olmayan kurallar, ilkeler, sadece "her şey değişiyor bunlar da değişsin" veya "filan topluluk farklı kurallara sahip, onları uyguluyor, biz de öyle yapalım" diye değiştirilemez.

2. İslam ve demokrasi: Demokrasiyi yalnızca yöneticiyi halkın seçmesi, gerektiğinde değiştirmesi ve yönetimde halka danışılması gibi birkaç unsura/esasa indirgeyen bazı İslam modernistleri "İslam eşittir demokrasi" demekten çok hoşlanıyorlar. Ama gelgör ki, günümüzde demokrasi, halkın kendini idaresi şeklinde tanımlanmıyor, bu tanımlama demokratik sistemi ifade etmiyor. Tanıma giren daha önemli unsurlar var: Bireyin hak ve özgürlükleri, egemenliğin halka ait olması, yönetime katılım, dinin dünya işine karışmaması... Bu unsurları İslam'ın aynasına tutarsak önemli farklılıklar bulunduğunu görürüz: Bir kimsenin hem Müslüman hem de demokratik anlamda özgür olması mümkün değildir. İslam ve teslim, insanın bazı özgürlüklerinden Allah için vazgeçmesi, fedakârlık etmesi, beşeri arzularına değil, Allah'ın irade ve rızasına boyun eğmesi demektir. Demokraside halkın kayıtsız şartsız egemenliği, yalnızca kırallara, hükümdarlara, seçkinlere karşı değil, aynı zamanda Allah'a karşı da ileri sürülmüştür. Bu mânada demokrasi, dünya hayatında yönetime dini ve Allah'ı da karıştırmamak demektir. Yasalar yapılırken, uygulanırken, insanlar yargılanırken, yönetim denetlenirken yalnızca halkın (o da nasıl oluyorsa) iradesi geçerli olacaktır. "Halkın çoğunluğu kendi iradeleriyle dinin referans olmasını kabul ederse, 'Biz serbest irademizle Kur'an'a başvurulmasını istiyoruz' derlerse hem din hem de demokrasi örtüşmüş olmaz mı?" sorusuna demokrasi cephesinden şu cevap verilmektedir: "Halkın iradesi böyle tecelli ederse bu demokrasiden vazgeçmek anlamına gelir, bu sebeple böyle bir irade geçerli olmaz; yani halkın iradesiyle de olsa din referans olarak alınamaz." Bu gerçekler ortada iken ikide birde demokrasi ile İslam'ı eşitleme teşebbüslerini anlamak mümkün değil!

Ben bir Müslüman olarak şöyle düşünüyorum: İslam dini, insan için hayırlı olan hak, özgürlük ve ödveleri kısmen belirlemiş, belirlemediklerini de ictihada (verdiği örneklere bakarak sonuç çıkarmaya) bırakmıştır. Bunlar uygulandığı takdirde –İslam'a ve Müslümanlar'ın inançlarına göre– bütün insanlar dünyada olabildiğince mutlu ve huzurlu olurlar, ahirette ise hak dine inanan ve bu inanca göre yaşayanlar mutluluğu elde ederler. Eğer dünyanın veya ülkenin şartları böyle bir uygulamaya imkan vermiyorsa, Müslümanlar, şu veya bu rejimi, zorlayarak "İslam'a göre meşru veya İslamî" diye nitelemek yerine, zaruri olarak kabullenir, o sistem içinde kendi inançlarını yaşamanın yollarını ararlar. Mevcut sistemler içinde, bir Müslüman'ın inancına göre –olabildiğince– yaşaması için en uygun sistem –kitabın kavlince anlaşılıp uygulanmak şartıyla– demokrasi olabilir.


30 Aralık 2001
Pazar
 
HAYRETTİN KARAMAN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED