|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Yarın bütün gazetelerde Sydney Pollack'ın 1975 yapımı 'Akbabanın üç günü' filminden çok etkilendiğimden mi nedir, Washington, DC dışında bir yerlerde, dünyanın çeşitli köşelerinde yazılanları titizlikle okuyan birilerinin olduğunu düşünürüm. Filmin başrol oyuncusu Robert Redford kadar yakışıklı olmaları gerekmeyen 'uzman-ajanlar', çalıştıkları örgüt adına, "Neler oluyor dünyada?" sorusuna cevap arıyor ve önemli gördükleri cevapları rapor ediyorlar gibime gelir... Biraz da bu düşünce yüzünden, yazar dostlarıma, "Şu sıralarda yazdıklarımız önemli; doğruları akıllıca yazarsak olayların akışını bile etkileyebiliriz" deyip duruyorum. Geçen hafta, ABD'nin 'savaşkan' tavrında bir gevşeme hissedildiğinde, zihnimdeki Redford'a tebessüm edip kendime de pâye çıkardım... O örgütsel birim, okuduklarını rapor etmekle yetinmiyor, onlardan kullanılacak malzeme de üretiyordur. Öyle olmasa, Üsame bin Laden'in annesiyle uydu telefon konuşması ve "ABD medyasına sansür" haberleri Kulis'ten üreyerek başka gazetelere nasıl haber haline gelirdi ki? Önceki günkü "Telefon öldürür de" başlıklı Kulis'te, James Bamford adlı Amerikalı gazetecinin son kitabına dayanarak, Üsame bin Laden'in elinde uydu telefonu bulunduğunu yazmış ve şu satırları da kitaptan aktarmıştım: "Gerisini Bamford'tan okuyalım: 'İstihbaratçılara göre, Bin Laden uluslararası telefon görüşmelerini ABD'nin dinlediğinden haberdar, ama aldırmıyor. NSA yetkilileri, ziyaretçilerini etkilemek için, ara sıra, Bin Laden'in annesiyle konuşmalarını teypten onlara dinletiyorlar...' (s. 410)." Dün, hemen bütün gazetelerde şu haber yer aldı: "Endişelenme anne! Usame bin Ladin'in ABD'deki saldırılardan iki gün önce annesini telefonla arayarak, 'İki gün içinde büyük haberler duyacaksın' dediği öne sürüldü." (Milliyet). Gelin ben olun da, bu haberi okurken, Washington, DC'de bir yerlerdeki Redford-tipi okuyucuya hafif tebessüm eşliğinde bir selâm göndermeyin bakalım. Redford, belli ki, Bamford-Kulis bilgisini NBC televizyonuna sızdırmış, oradan da bizim medyaya geri gelmiş haber... İkinci konu da "ABD'de basına sansür"... Bu sütunda "Ne görüyorsanız sahte, ne okuyorsanız yalan!" başlıklı bir Kulis'le karşılaştınız üç gün önce. Orada, 11 Eylül sonrası, ABD'de, yönetimle ters düşen yazarların işten atıldıklarını, tv programcılarının tâcize uğradıklarını, yönetimden etkili isimlerin yalana başvuracaklarını resmen itiraf ettiklerini yazdım. Ertesi gün, hemen bütün gazetelerde, "ABD'de basına 'ulusal güvenlik' sansürü" başlıklı, "ABD'de 11 Eylül'de düzenlenen terörist saldırıların ardından, Beyaz Saray ve Savunma Bakanlığı Pentagon, ulusal basının temsilcilerine, yayınlanmasını istemedikleri konular hakkında uyarıda bulundu, basın da bu uyarıları dikkate aldı" (Hürriyet) diyen bir haber yer aldı. Cengiz Çandar, artık iyice beyazlamış kaşlarını kaldırıp "Uçuyorsun" diyecek, biliyorum; ama olsun, üstüste karşılaştığım iki 'tesadüf' olayından kendime övünme payı çıkarmamı okurlar herhalde anlayışla karşılayacaklardır. ABD başkentindeki 'uzman okurum' için bugün de bir malzemem var. New York ve Washington'a saldırılarda adları geçen Arap kökenli pilotların bir bölümü, Venice/Florida'daki bir uçuş okulunda eğitim gördüler. Bu biliniyor. Bütün tv kanalları okulun sahibi Rudi Dekkers'i ekrana çıkartıp öğrencileri hakkında bilgi aldılar. O da, Muhammed Atta ve Marwan Al-Shahri hakkında bildiklerini aktardı. Ancak, 'Barry & the boys: The CIA, the Mob & America's secret history' (CIA, Mafya ve Amerika'nın gizli tarihi) kitabının yazarı Daniel Hopsicker, Rudi'nin anlattıklarını yeterince ikna edici bulmadı (onlinejournal). Yazar, meraklı Araplar'ın Florida'ya gelip Rudi'nin okuluna yazılmadıklarını, tam tersine Rudi'nin Almanya, Belçika ve Fransa'ya gidip pilot olmaya hevesli genç Arapları bizzat kendisinin bulduğunu yazıyor. İflâs etmek üzere olan, kira ve maaş ödeyemeyen uçuş okulu, son bir kaç aydır para içinde yüzüyormuş... Bu arada, Rudi Dekkers'in Mafya irtibatlı dostlarına, etkili Musevi avukatına da değinmeden edememiş Amerikalı yazar... Rudi'nin Alvin Malvick adlı avukat dostu Musevi'ymiş, ama Suudi Arabistan kraliyet ailesinin önemli bir ferdiyle de içli dışlıymış... "Acaba kiminle; yoksa Prens Türki bin Faysal'la mı?" diye düşündüğümü tahmin edersiniz... Prens Türki, biliyorsunuz (Kulis, 'Kimin eli nerede?'), Üsame bin Laden'i Afganistan'a götüren, ona 'Uluslararası cihad birliği' kurduran kişidir. Bu görevi, Safari Kulüp adına üstlenen ülkesinin istihbarat örgütü başı olarak yerine getirmişti Prens Türki... 11 Eylül sonrasında, ABD genelkurmay başkanı dışında koltuğunu terk eden tek kişi de o oldu; Suudi Arabistan istihbarat örgütünün başı artık Prens Türki değil... Prens Türki'nin Afganistan'daki gelişmeler ve Üsame bin Laden ile ilişkisini ifşa eden ilk Kulis 17 Eylül 2001 tarihinde ('Kimin yaptığı umurlarında değil') çıkmıştı; yeğenini görevden alma kararnamesini, Kral Fahd, 18 Eylül 2001 tarihinde imzaladı. "Yoksa" diyorum, "Suudi Arabistan'da da, meselâ Kızıldeniz kıyısında, başka ülkelerde çıkan yazıları okumakla görevli örgütsel bir birim mi var?" Varsa bile, orada çalışanlar, herhalde Robert Redford'a değil Ömer Şerif'e benziyordur...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |