T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
"İnanmak" da "Düşünmek" de kutsal değerlerdir!..

Şu anda uçak ve füze saldırıları ile devam eden "Afganistan Savaşı", belli ki bir noktadan sonra "Kara Harekatı"na da dönüşecek..

Bundan önceki, benzer Amerika merkezli ve NATO'ya duyarlı uluslararası askeri harekat, Yugoslavya'ya karşı yapılmıştı..

Aylar süren bombalama ve füzeleme sırasında, hiç "Kara Harekatı" gereğinden söz edilmedi..

Sadece, Yugoslav halkının, "Miloşeviç Rejimi"ni devirmesi beklendi..

Yapılan ilk "Başkanlık Seçimi" ile de, bu beklenti gerçekleşti.. Halk kitleleri, direnmeye çalışan Miloşeviç'i, koltuğu bırakmaya mecbur ettiler.. Ve şimdi Miloşeviç, Savaş Suçluları Divanı'nda yargılanıyor..

Neden aynı süreç, Afganistan'da da çalışmıyor?..

Afgan halkının, bir seçimle, Taliban'ı ve Molla Muhammed Ömer'i iktidardan indirmesi neden mümkün değil?

Bunun yerine, Afgan halkı neden kitleler halinde, komşu ülkelere göç ediyor.. İnsanlar, evlerini köylerini bırakıp, neden dayanılmaz şartların egemen olduğu "Mülteci Kampları"nda ve "vatansız" statüde yaşamayı göze alıyor?

Bir kesim dünya kamuoyunun gözünde, "Dinler ve Kültürler Savaşı" biçiminde yorumlanan "Terörizme Karşı Global Savaş", mutlaka bu açıdan da ele alınmalıdır..

Başarısız ve ülkelerini felaketlere sürükleyen yönetimlerin değiştirilebilmesi "Demokratik Kültür"ün bir parçasıdır..

Neden bu "Kültür", bizim de içinde bulunduğumuz coğrafyada, fazla bir anlam taşımıyor?..

Mısır'da Cemal Abdülnasır, ülkesini 1950'li ve 60'lı yıllarda üç kez savaşa soktu.. Üç defasında da yenildi..

Ancak, son yenilgi ertesinde ölünce iktidardan ayrıldı (1970).

Irak'ta Saddam Hüseyin, önce İran'la, sonra da dünya ile savaştı.. Irak'ın bölünmesine, yoksullaşmasına ve yüzbinlerce genç Iraklı'nın cephelerde ölmesine sebep oldu.. Ve hâlâ iktidarda..

Suriye'de Hafız Esad da aynı durumdaydı..

Biz Türkiye'de bu "Değiştirilmezlik" olgusunu, "Demokratik kültür" içinde yaşıyoruz..

1970'lerdeki başarısızlıklarından sonra, Demirel ve Ecevit'in 2000'li yıllara "iktidar sahibi" kimliğinde girmeleri, akıl işi miydi?

Mesut Yılmaz'ın hâlâ ANAP Genel Başkanı ve Başbakan Yardımcısı olarak kalabilmesi, hangi demokrasi kuralına sığar?..

Ama bu değiştirilmezlik, sadece nüfusunun büyük çoğunluğu Müslüman ülkelere özgü bir durum değil..

Komünist partilerin 1990'lara kadar egemen olduğu ülkelerde, değişiklik, halkın tepkileri ile gerçekleşmezdi.. "Politbüro" içindeki darbelerle değişiklik yapılır ve "Parti" hiç değişmezdi..

Şu anda Afganistan'daki rejim için de geçerli olan "Değişmezlik", herhalde bir "İslam-Hristiyan çatışması" açısından ele alınamaz..

Burada kutsal değerler olan "Din" ve "Devlet"i ele geçiren kadroların, bunları gerçeklerden ve halktan kopartıp, kendi iktidarları için kullanması veya istismar etmesi olayı vardır..

Ve aynı şekilde, "sivil toplum"un, örgütsüz ve çaresiz teslimiyeti olayı vardır..

Bugün "sivil demokrasi"nin ve "hukuk"un, "birazcık" var olması bile, bizlere "eleştiri hakkı" veriyor..

Kendi yönetimimizi ya da Amerikan yönetimini, kıyasıya eleştirebiliyoruz..

Ama, ya Afganistan'da yaşasaydık?..

Ya da Irak vatandaşı olsaydık?..

Veya Suudi Arabistan'da muhalif olsaydık?..

Yani mesele veya çatışma, sadece "inançlar çatışması" değil..

"Farklı inançlar" kadar "farklı düşünceler" de kutsanmadığı zaman, en cennet coğrafyalar, yeryüzü cehennemleri oluyor..

Tamam.. Amerika'yı eleştirip, hesap soralım..

Acaba Afganistan'da, Taliban'ı eleştirmek, hesap sormak mümkün mü?

ŞAKA

Mini-ANAP

Bu ANAP amma da komik bir parti oldu..

Seçimde küçüldüğü yetmezmiş gibi, iktidarda da küçülmeyi sürdürüyor..

Burhan Kara'nın istifası ile, ANAP'ın milletvekili sayısı 82'ye indi..

Yani DYP ile arasında bir fark kaldı..

Oysa "bir kişi", yani Mesut Yılmaz istifa etse, belli ki ANAP büyüyecek..

Sonunda, Yılmaz tek başına "mini-ANAP"ın lideri kalacak bu gidişle..

KARŞI-ELEŞTİRİ

Uyumlu olmak iyi şey değildir!..

Bir kısım sayın okurlarımdan, benim son gelişmeler karşısındaki tutumumun onaylanmadığını işaret eden e-mailler alıyorum..

Bu gayet doğal.. Herkesin her konuda aynı düşünmesi mümkün değil..

Ben açıkçası "Taliban çizgisi"nde bulunmayı, "İslam kimliği" açısından da, "Türk demokrasisinin geleceği" açısından da doğru bulmuyorum..

Ama, benim kendi mesleğim açısından daha da önemli bir mesele var..

Gazete de, gazeteci de, özgür, özerk, bağımsız ve bağlantısız olduğu ölçüde değerlidir..

Bir gazetenin bordrosunda olmakla, bir partinin üye listesinde veya bir ideolojinin militanlar listesinde olmak, farklı şeylerdir..

Bağımsız, özerk, özgür ve bağlantısız olmanın değerini, en son "28 Şubat post-modern darbe" sürecinde anlamış olmamız gerekir..

Bir kampın veya bir güçlü kalabalığın icazeti ile, mutlaka aynı çizgide olmak, Türkiye'de sonunda hep "oligarşinin borazanı olmak" noktasına dayanır..

"Uyumlu olmak" bir alışkanlık haline gelirse, özgürlükler, farklılıklar, demokrasi ortadan kalkar..

Beyinlerin köşeli veya güdümlü olması ve topyekûncü ortamlar, hem akla, hem demokrasiye, hem özgürlüklere zarardır..


12 Ekim 2001
Cuma
 
MEHMET BARLAS


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED