T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

R Ö P O R T A J
Anayasa'nın otoriter
ruhu dipdiri ayakta
1982 Anayasası'nın temel felsefesi ve ana çatısı olduğu gibi duruyor. Son değişiklik getirdiği kadarını götürmüştür. 28 Şubat şartlarında seçilen bu Meclis'in değişim iradesi yoktur.

Anayasa'nın 34 maddesi değişti. Bunlar, Anayasa'nın değiştiği anlamına geliyor mu?

Hayır, Anayasa'nın gerçekten değişmesi söz konusu değil. Bazı cüz'i değişiklikler yapılmış olmakla beraber, 1982 Anayasası'nın temel felsefesi ve ana çatısı olduğu gibi duruyor. Otoriter ruhu dipdiri ayakta Anayasa'nın.

Yani asıl önemli sorun olan, 12 Eylül gölgesi hala Anayasa'nın üzerinde...

Gerçi Geçici 15. maddenin son fıkrası yürürlükten kaldırılmakla, 12 Eylül mevzuatına karşı yargı yolu açılmış bulunuyor, ama 12 Eylül'ün baş eseri olan Anayasa'nın kendisinde ciddi bir değişiklik yapılmadığı için, gölgesi hala üzerimizde dolaşıyor, dolaşmaya da devam edecek. Esasen, yargı yolunun açılmış olması söz konusu mevzuatın yürürlükten kalktığı veya kalkacağı anlamına da gelmiyor. Bunlarla ilgili denetim ancak "def'i" yoluyla yapılabileceğinden, eğer isteniyorsa bunların tasfiyesi çok zaman alacaktır. Kaldı ki, Anayasa Mahkemesi'nin bu konuda çok fazla istekli olacağını da sanmıyorum.

Bu durumda, olup bitenler Yargıtay Başkanı Sami Selçuk'un "Bu Meclis anayasayı değiştiremez" sözünü doğrulamış oldu...

Anayasa'da kimi kısmi değişiklikler yapmak söz konusu olduğunda Meclisin bunu yapmaya hukuken yetkili olduğu şüphesizdir. Buna karşılık, tamamiyle yeni bir anayasa yapabilmek için, serbest bir kamusal tartışma sonrası yapılacak özgür bir seçimden çıkan, gerçekten temsili bir meclisin, bir Kurucu Meclisin oluşması şarttır. Sayın Selçuk'un söylediği bu ikinci anlamda doğrudur. Ayrıca, siyaseten şu da söylenebilir: Halihazırdaki Meclis tam olarak "temsili" nitelikte olmadığı için, Anayasada ciddi değişiklikler yapma iradesi yoktur ve bu husustaki meşruluğu da zayıftır. Meclisin tam temsili olmayışının başlıca iki nedeni var: Birincisi, seçim sisteminden, özellikle de yüzde 10'luk genel barajdan kaynaklanan eksik temsil söz konusudur. İkinci olarak, bu Meclis "28 Şubat" şartlarında seçilmiştir. Toplumun belli bir kesiminin resmen düşman ilan edildiği, devletçi bir milliyetçilik dalgasının pompalandığı bir ortamda yapılan 18 Nisan seçimlerinde oluşan Meclis'ten çok şey bekleyemeyiz.

Yine de anayasa değişikliği ile sağlanan kişisel hakların genişlemesi yönündeki değişikliklerin pratiğe yansıyacağını umabilir miyiz?

Yapılan anayasa değişikliği ile sivil haklarda sağlanan iyileştirme sanıldığı kadar kapsamlı değildir. Dahası, bir o kadar da statükoyu muhafaza etmeye, hatta 82 Anayasasından bile geri gitmeye hizmet edebilecek değişiklikler yapılmıştır. Başlıca olumlu değişiklikler şunlardır: "dil yasağı"nın kaldırılması, idam cezasının kısmen kaldırılması, kişi özgürlüğü ve güvenliği ile ilgili iyileştirmeler (gözaltı sürelerinin kısaltılması, adil yargılama hakkının anayasallaştırılması, kanuna aykırı delilin yargılamada kullanılamayacağı esasının getirilmesi), parti kapatmanın bir ölçüde zorlaştırılması ve nihayet 12 Eylül kanun ve KHK'larına karşı yargı yolunun açılması. Anayasa değişikliği sadece bu ve benzerlerini getirmiş olsaydı, belki buna ciddi bir iyileştirme diyebilirdik. Ne yazık ki, birçok değişiklik de ya statükoyu muhafaza veya tahkime ya da hak güvencelerini geri almaya yöneliktir. Birinci gruba girenler arasında hakların kötüye kullanılması yasağında ve MGK'nın statüsünde yapılan değişiklikleri sayabilirim. İkinci grup değişiklikler arasında ise "laik Cumhuriyet" ibaresinin 13. ve 14. madde metinlerine dahil edilmesi, ifade hürriyetinin (m. 26) kapsamının daraltılması ve dernek kurma hürriyetinin (m. 33) izne bağlanabilmesine açık kapı bırakılması ve kapatmada hakim güvencesinin kaldırılması ilk akla gelenler. Bu durumda, bir bütün olarak düşünüldüğünde, bu Anayasa değişikliği getirdiği kadarını da götürmektedir.

Biz yine eldekine bakalım. Mesela, 69. maddedeki değişiklikle parti kapatma dönemi bitiyor mu? Yoksa ara cezalar yoluyla siyasi partiler üzerinde yeni bir baskı dönemi mi başlıyor?

Parti kapatma dönemi kesinlikle bitmiyor. Parti kapatma döneminin sona ermesi için, "parti kapatma" kurumunun toptan ilgası gerekir. Meclis'in (veya arkasındaki iradenin) böyle bir niyeti kesinlikle yok. Bu durumda, Anayasa Mahkemesi'nin yerleşik içtihadını göz önünde tutarak, uygulamada devlet yardımını kesme yerine genellikle partiyi kapatma yoluna gitmeyi tercih edeceğini tahmin edebiliyorum. Çünkü, değişiklik ara müeyyide uygulaması için Mahkemeye kesin bir buyruk vermiyor, sadece takdire bağlı bir seçenek sunuyor. Beşte üç çoğunlukla kapatma şartı da fazla bir şeyi değiştirmeyecektir; artık altı kişi değil yedi kişi yetecek parti kapatmak için.

Son kararı Meclis verdi ama sizce bu değişikliğin arkasındaki irade nedir? Sözgelimi AB'ye uyum ya da toplumsal baskı... Ya da "memlekete demokrasi lazımsa onu biz sağlarız" mı?

Kanaatimce, bu değişikliğin arkasındaki temel saik birinci söylediğiniz husustur, yani Avrupa Birliği'ne karşı üstlenilmiş olan taahhütleri yerine getiriyormuş görüntüsü yaratmak... Ama öyle tahmin ediyorum ki, bunun Avrupalıları da tatmin etmesi zor. Muhtemelen şöyle diyecekler: "Bir ilerleme var ama yeterli değil." AB bakımından en önemlisi, ifade ve örgütlenme hürriyetlerinin durumudur. Bu konuda ne yazık ki statükoyu tahkim etmekten başka bir şey yapılmamıştır.

11 Eylül saldırısının ardından, dünyada demokratik hakların kısıtlanmasına yönelik eğilimler artarken Türkiye'de anayasanın değiştirilmesi "herkes gider Mersin'e biz gideriz tersine" durumu doğurmuş olabilir mi?

Bu konuşmamız muvacehesinde, yapılan Anayasa değişikliğinin "güvenlikçi" bakış açısına sahip olanları rahatsız edecek pek bir yönü olmadığı söylenebilir. Üstelik, Türkiye bu vesileyle resmi ideolojisini de biraz daha tahkim etmiştir. Unutmayalım ki, 12 Eylül Anayasası'nın ruhu hala yerli yerinde duruyor. Bu değişikliğin iyi olan yanları da devletin insan hakları konusundaki "hayırhah" tutumunun bir işareti değildir. Söylediğim gibi, bu tamamen Avrupa'yı tatmin etmeye dönük bir "manevra tatbikatı"dır.

Gerçek bir anayasa değişikliğinin sınırları nedir? Sizce Türkiye şartlarına uygun bir değişiklik için öncelikler neler olmalıdır?

"Uygun" bir anayasa değişikliği, daha da temelde yeni baştan bir anayasa yapmak için, her şeyden önce anayasanın ne olduğuna karar vermek gerekiyor. Bizde anayasa devletin topluma nizam vermesinin bir aracıdır. Oysa "anayasa"nın doğru anlamı toplumun devlete gem vurmasıyla, onu boyunduruk altına almasıyla ilgilidir. Anayasa toplumun devlete verdiği bir "yetki beratı"dır. Türkiye eğer bunu kavrayabilirse önceliklerini de buna göre kolaylıkla belirleyebilir: keyfi iktidarı sınırlamak (devleti kuşatmak) ve temel hakları güvence altına almak.

İşin bir de aktüel tarafın var. 76. Maddenin değişmemesini ve buna bağlı olarak siyaset yasağının 5 yıldan 4 yıla indirilmemesi de bir demokrasi karşıtlığı iradesi değil mi?

Anayasa'nın milletvekili seçilme yeterliliğini düzenleyen 76. maddesinde öngörülen ve gerçekleşmeyen değişiklik aslında çok önemli bir iyileştirme sağlayabilecek durumda değildi. Çünkü, Türkiye bağlamında "ideolojik ve anarşik eylemler"le "terör suçları" birbirinden çok farklı değildir. Türk mevzuatının –başta Terörle Mücadele Kanunu olmak üzere– "terör" olarak tanımladığı faaliyetlerin önemli bir kısmı zaten gerçekte terör olmayıp ideolojik saikli eylemler ve hatta düşünceler ve örgütlenmelerdir. Bundan dolayı, "ideolojik ve anarşik eylemler" ibaresinin yerine "terör suçları" ibaresini ikame etmenin bir iyileştirme sayılabilmesinin ilk şartı, terörün ideolojik olarak tanımlanmasından vazgeçilmesidir. İkinci nokta, 76. maddenin yasal karşılıklarının keyfi olarak belirlenmemsiyle ilgilidir. Yani, Milletvekili Seçimi Kanunu aslında "ideolojik ve anarşik" nitelikte olmayan kimi suçlardan (örneğin, TCK 312) mahkumiyeti de milletvekili seçilmeye engel saymıştır. Bundan dolayı, Anayasanın 76. maddesi değiştirilmiş olmasa da, Kanunu değiştirerek bu keyfi hak kısıtlaması ortadan kaldırılabilir. Siyaset yasağının 5 yıldan 4 yıla indirilmesinin Erbakan'a yarayacağı kesin olmakla beraber, Erdoğan için durum biraz daha karışıktır. Belirttiğim gibi, Erdoğan'ın yasağı Anayasa'dan değil, Milletvekili Seçimi Kanunu'ndan kaynaklanmaktadır. Ama tabii, işaret ettiğim terim değişikliği gerçekleşmiş olsaydı, seçilme hakkının kapsamı biraz genişlemiş olur ve sadece Tayyip Erdoğan'ın değil bu bütün yurttaşların yararına olurdu.


 
Mustafa Erdoğan
AB bize "şark için kâfi" standardını uygun görüyor
Özgürlükçü ve liberal hukukun en önemli isimlerinden birisi olan Prof. Dr. Mustafa Erdoğan 1956 yılında Trabzon'da doğdu. Ankara Hukuk Fakültesi'nde Kamu Hukuku Doktorası yaptı; 1991'de Doçent, 1997'de profesör oldu. Halen Hacettepe Üniversitesi İİBF'de Anayasa Profesörü. 1992'de Liberal Düşünce Topluluğu'nun kurucuları arasında yer aldı, bir süre başkanlığını yürüttü. Altı yıldır Liberal Düşünce'nin editörlüğünü yapıyor. Telif ve tercüme olmak üzere çok sayıda eseri yayımlandı. Erdoğan, Türkiye'nin AB üyeliğini yüksek bir ihtimal olarak görmüyor: "Ben Türkiye'nin AB'ye tam üye olmasının ciddi bir ihtimal olduğu kanaatinde değilim; ama farz-ı muhal üyeliğe kabul edilsek bile, bize uygun görülecek standartlar "Şark için kifayet eder" kabilinden olacaktır. AİHM'nin Refah Partisi ile ilgili davada verdiği karar ne yazık ki bunun bir işaretidir."
Anayasa Mahkemesi istese anayasayı adam edebilirdi
Anayasa Mahkememiz kendisini özgürlüklerin bekçisi olarak görmüyor, çoğu zaman resmi ideolojinin muhafızı ve onun adına hakların kıyıcısı olarak faaliyet gösteriyor.
Anayasa ve anayasa değişikliği gibi iki önemli enstrüman siyaseti tanzim aracı olabilir mi?
Türkiye'de demokratik siyasetin son derece daraltılmış bir alanda yapılmaya mahkum olduğu, kamu hayatıyla ilgili asıl temel kararları demokratik sürecin dışında işleyen "Devlet"in alalageldiği öteden beri aşinası olduğumuz acı bir gerçektir. Anayasada yapılan bu son değişikliklerin niteliğine bakılırsa, bu durumun yakın bir gelecekte de değişmeyeceği anlaşılıyor. Ayrımcılık ve baskıcılık böyle sistemlerin tipik özelliklerindendir. AB'ye uyum çabalarının da bu durumu fazla değiştirmeyeceği ortaya çıkmıştır.
Anayasa kadar Anayasa Mahkemesi'nin durumu da önemli. Bu mahkeme, Türkiye'nin hukuki ve demokratik taleplerini taşıyabiliyor mu?
Anayasal-demokratik bir sistemin icaplarını kavramış ve bunlara uymaya hem istekli bir Anayasa Mahkemesi elinde 1982 Anayasası bile uygulamada "adam edilebilir"di. Ne yazık ki, bizim Anayasa Mahkememizin anayasal sistemdeki kendi işlevi hakkında doğru bir konsepti yoktur; kendisini özgürlüklerin bekçisi olarak görmüyor, hatta aksine çoğu zaman resmi ideolojinin muhafızı ve onun adına hakların kıyıcısı olarak faaliyet gösteriyor. Anayasa Mahkemesi'nin oluşum tarzı itibariyle halkla dolaylı biçimde bile olsa bir temsil ilişkisi yoktur. Bu onu "Devlet"in sözcülüğüne ve statüko muhafızlığına iten temel nedendir. Bence, bir anayasa değişikliğinde ilk ele alınması gereken konu budur. Anayasa Mahkemesi'nin üyelerinin en azından yarısı parlamento tarafından atanmalı ve üyelerde kamu hukuku alanında eserleriyle veya kararlarıyla temayüz etmiş olmak şartı aranmalıdır. Halihazırda bu mahkemeye, anayasa ve demokrasi teorisine, dünyadaki benzer mahkemelerin işleyişine aşinalığı olmayan, yabancı dilde literatür takip edemeyen sıradan hukukçuların, hatta hiç hukuk nosyonu olmayan birinin atanması mümkündür.
1 Ekim 2001
Pazartesi
 
 
Künye
Temsilcilikler
Reklam Tarifesi
Abone Formu
Mesaj Formu
Ana Sayfa | Gündem | Politika| Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon| Hayat| Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED