T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
İçerden-dışardan 'psikanaliz masası'...

V.S. Naipaul, 2001 yılının Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazandı. Ve, Türkiye'nin son döneminin tartışmasız en önemli romancısı Orhan Pamuk, Naipaul için Radikal'in Kitap ekinde 'Üçüncü Dünya'nın farklı sesi' başlıklı mükemmel bir yazı kaleme aldı. Naipaul, Pamuk'un tanımıyla 'İngilizleşmiş Hintli bir Trinidadlı'... Hindistan'dan Karaipler'e göç eden bir ailenin Londra'da eğitim görmüş çocuğu. Müthiş bir dil ustası. İngilizce üstadı. En çarpıcı yanlarının başında kendine özgü, keskin bakış açısı geliyor.

Sözü burada Orhan Pamuk'a bırakalım:

"Naipaul, ne tam anlamıyla bir İngiliz Batılı, ne de öfkeli, ezik bir Üçüncü Dünya vatandaşıdır. Ama hem Batı'dan hem de Üçüncü Dünya'dan onda bir şeyler vardır. Naipaul kuralcı, disiplinci, muhafazakar bir İngilizin bakışıyla Üçüncü Dünya ülkelerini gevşeklik, hevessizlik, laçkalıkla ve bu ülkelerin vatandaşlarını da kural yoksunluğuyla, hatta ahlaksızlık ve kafasızlıkla suçlar. Bunlar başarılı bir birinci dünyalının fakir ülkelere küçümseyici bakışı gibi gözükür. Fakat Naipaul bu ezik ülkelerin içinden gelir. O ülkelerdeki yaşayan insanların, yoksul ülkelerinin yoksullarının ne hissettiğini oralarda yaşamış, oralarda büyümüş biri olarak içerden bilir. Sol liberal bir İngilizin ırkçı ve küçümseyici bulunma korkusuyla bir Trinidadlı ya da yoksul bir Hintli veya Afrikalı hakkında söylemeye cesaret edemeyeceği ya da söylerken yüzünün kızaracağı şeyleri oralardan geldiği için söylemeye cesaret eder... Üçüncü Dünya ülkeleri hakkında bu ülkelerde yaşayan kimselerin söylemeye cesaret edemediği bir şeyi de söyler bizlere: Ezik ve yoksul ülkelerdeki insanların da biraz suçlu, kötü, biraz suç ortağı olduğunu, onların içinde de birer şeytan olduğunu, kötülüğün onların içinden de geldiğini söyler... Naipaul'un kitaplarındaki Üçüncü Dünya'nın insanlarını tam bir insan olarak görürüz. En azından suçluluk duyguları içindeki yazar bu zavallılara 'torpil' yapmamış, onları olduğu gibi görmeye cesaret etmiştir. Naipaul, yoksul Afrika ülkelerindeki, İslam memleketlerindeki orta sınıfları, diktatörleri ve onlara hayran yoksulları eğlenceli ve komik zavallılar olarak değil, kötücül, akılsız, ahlaksız, fırsatçı, ufuksuz, iradesiz ve kafası karışık olarak gösterir bize. Tabii ki her zaman değil. Ama liberal ve iyi niyetli sol bakış açısıyla kıyaslandığında Naipaul'un vurgusu böyle gözükür...

Belki konu şöyle konmalı: Üçüncü Dünya ülkelerindeki açlık ya da sefalete karşı para topluyorsak içimizi sevgi ve acımayla dolduracak büyülü gerçekçi romanları okumamız gerekir. Ama bu yoksulların New York'taki kulelelere neden saldırı düzenlediklerini anlamak için Naipaul'un kitaplarında daha çok bilgi vardır."

Bir müthiş 'Naipaul hayranı' yakın dostumdur. O da bir İngilizce dil ustasıdır. Ve, tıpkı Naipaul gibi ve tıpkı hem kendisinin ve hem de Naipaul'un büyük hayranı olduğu Joseph Conrad gibi, o da ana dili İngilizce olmayan bir coğrafyadan kopup, Amerika'ya gelmiştir. Fouad Ajami...

Prof. Fouad Ajami, Güney Lübnan'ın bir köyünden, Şii kökenli bir Arap'tır. Ülkesini 18 yaşında terketmiş ve 40 yıldır Amerika'da, bir Amerikan vatandaşı olarak yaşamaktadır. Hristiyan Filistinli kökenli, bir başka İngilizce dil ustası Edward Said ile birlikte, en bilinen ve en parlak Arap kökenli Amerikan aydınıdır. Princeton'da başlayan parlak akademik kariyeri Johns Hopkins'te Ortadoğu Çalışmaları Bölüm Başkanı olarak devam ediyor. Yazıları, Amerika'nın önde gelen dergi ve gazetelerinde sık sık yer alıyor.

Fouad Ajami'nin güçlü beyni ve etkili kaleminin en başarılı olduğu alan, Arap bireylerini ve Arap toplumlarını acımasız biçimde 'psikanaliz masası'na yatırmasıdır. Dream Palace of the Arabs (Arapların Rüya Sarayı-1999) adlı kitabı, bu sahada bir 'klasik' sayılır. İsrail ve Batı önünde yenilgiden yenilgiye sürüklenen Arap milliyetçinin, Arap ruhunda yarattığı 'travma'yı dantela örer gibi inceler ve aktarır.

Son günlerde ardarda yazılarıyla Muhammed Atta ve Usame bin Laden tipini 'psikanaliz masası'na yatırıp, 'teşhisler' koyuyor. Mısırlı varlıklı bir ailenin, Almanya'da okumuş, Amerika'nın imkanlarını elde etmiş bir çocuğu olan Muhammed Atta'nın New York'ta 'İkiz Kuleler'e çakılışının ardındaki 'Arap-Mısır kültürel yırtılması'nı anlatıyor. Wall Street Journal Asia'da 17 Ekim'de yayınlanan 'Başarısızlığa Uğramış Uygarlık: Araplar Birbirlerine Karşı' başlıklı yazısında "İktidardakilerle İslamcılar arasında dehşet verici bir savaş yaşandı ve Cezayir, Tunus ve Mısır'da rejimler kazandı; fakat isyancılar yola düştüler ve hanedanlar ve despotlar yıkıldığı vakit muzaffer fatihler olarak geri dönmeye yemin ettiler. Zengin, ünlü, hür ve genç, bin Laden her türlü tepkiyi içinde barındıran sessiz bir Arap Dünyası'nın yöneticilerine kaygı veriyor. O ve kurmayları, Arap düzenini yıkamadılar; dolayısıyla tepkilerini Amerika'nın üzerine çevirdiler" diyor.

11 Eylül 2001'i oluşturan 'iklim'e 'içerden-dışarıdan' bir yaklaşım bu. Sonuçları, tüm İslam Dünyası'nı ve Müslümanlar'ı birinci derecede ilgilendireceği için, Türkiye'yi de ilgilendiriyor. O nedenle, 21.Yüzyıl'da ayakta kalmak için bizdeki 'akılsız, ahlaksız, fırsatçı, ufuksuz, iradesiz ve kafası karışıklar'ı 'içerden' veya 'dışarıdan' kurulacak 'psikanaliz masası'na yatırmamızın zamanı geldi.

Bir dahaki yazıya, Suudi Arabistan'ın geçmişi, geleceği ve Taliban ile ilgili bazı bilgilerle devam edeceğiz. Ve bu bilgiler ışığında 'bizimkiler'i 'psikanaliz masası'na yatıracağız...


21 Ekim 2001
Pazar
 
CENGİZ ÇANDAR


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED