T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Yüreğimin son kalesi, 'saklı cennet'im

Toprağı fazla terk ediyoruz artık
Trenlerle otobüslerle otomobillerle
Yerden ayağını kesmiş uçaklar ve helikopterlerle
Özüne aykırı devinimlerle
İyice yorgun yeryüzü
Dinlenmesiz
Kışsız ve baharsız
Yazsız ve sonbaharsız
Tekdüze cehennemler ve yapay cennetler titreyişinde

                                                                                    Sezai Karakoç

Öylesine "küresel" bir çöküş çağında yaşıyoruz ki, kimsenin "sevgi sözcükleri" yok artık. Kimsenin bir alev gibi yüreğinde beliriveren aşkları ve özleyip paylaşacağı kimsesi de yok. Aşkların, sevinçlerin, acıların yerinde yeller esiyor. Hepsi de yalancı bir beyazlığın içinde solup yokolmuş...

Bu yüzden, şiirler, şarkılar kimseye bir şey söylemiyor.

Bu yüzden, her sabah pencerelerden bize gülümseyen bahar güneşini bile öfkeyle karşılıyoruz.

Durgun bir suyun üzerinde, iyice ıslanınca batmak üzere bekleyen kağıttan oyuncaklar gibi, sıradan nesnelerden sözederek geçiyoruz hayatın içinden. Oysa, bir türlü tarif edemediğimiz, anlayamadığımız, anlatamadığımız "saklı cennet" daha derinlerde duruyor.

Yüreğimizdeki esaret, her gün biraz daha katmerleniyor. Onca yıl nefrete kilitli kaldıktan sonra, mutluluğun, acının, sevincin ve sevginin tarifini yapmaya cesareti kalmıyor kimsenin...

Yıllarca uçurumlarımıza hükmeden nefret, hayatımızın tutkulu nehirlerini kurumuş bir vadiye dönüştürerek akıp gitti. Ölümün ıssızlığını andıran bu vadide yapayalnızız şimdi. "Küresel" cennetler adına ruhlarımızı öldürüyorlar.

Daha önce kıymetini hiç bilemediğim eski düşlerime tutunuyorum sıkı sıkı...

Gökkuşağının altında, güneşin altın renkli çiçeği ile çılgın gibiyim.

Ruhum "sokaklara düşse" de, yüreğimi her gün biraz daha "kavi" tutan bu zehre veda etmeyeceğim.

Biliyorum, baharın o "güzel emanetleri"ni, tomurcuk gülleri, erguvanları, beyaz zambakları muhafaza etmekte yine güçlük çekeceğim. İnsanın ayaklarını yerden kesen ıhlamur kokulu rüyalarda zamanı durdurup bir kez daha ağlamayı deneyeceğim.

Aşk beni terketmeden, "ayet"lerden insana giden sayısız yolları soracağım.

Öylesine hüzün var ki, takvimlerin her gün biraz daha solan yapraklarında, öylesine uzak, öylesine kırık ki umutlarımız...

Bu yüzden, bütün anneler suskun ve çaresiz...

Bu yüzden, hiçbir şey beni kendime, kendi dualarıma götürmüyor...

Bu yüzden, ölüm de yaşam da beni istemiyor...

Yine de kendi düşlerimle buluşmadan, kendi şiirimde kendimi bulmadan baharın güllerine veda etmeyeceğim.

Her gün aşkın gelişine, duaların rüzgarına ve baharın şarkılarına tutunup, ölümle yaşam arasındaki harikulade çelişkiye vurulacağım.

Şimdi iki anlamı var hayatımın; birisi bölünmüş aşklarda her gün yenilerek aktığım şiirler, diğeri ise, yüreğimin son "kale"si dualardaki "saklı cennetim."


13 Mayıs 2001
Pazar
 
MEHMET OCAKTAN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED