YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Yazarlar

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan
Spor'dan

  Arşivden Arama

  I Explorer Kullanıcıları, TIKLAYIN.

 

Mehmet Bekaroğlu'na övgü... (2)

Cumartesi yayımlanan yazımda Mehmet Bekaroğlu'nun "ölüm orucu" ve sonrasına ilişkin açıklamalarından söz etmeye başlamıştım. Yerimiz dar geldiğinden bugün devam ediyoruz. Şurası muhakkak ki, bir dönem bir başka milletvekilinin, Sema Pişkinsüt'ün milletin gönlünü ferahlatan gayretinin bir benzerini bugün Bekaroğlu sergilemektedir. İnsanın milletvekillerine umut bağlayası geliyor... Şu da bir hakikat ki, Bekaroğlu artık -hangi cenahtan olursa olsun- toplumun insan haklarını ciddiye alan kesiminin gözünde ve gönlünde ayrıcalıklı bir yere sahiptir. Biliyorum, bir milletvekili hakkında bir milletvekili için çok tabii karşılanması gereken bir tavır için "övgü" düzmek "medeni memleketler"de karşılaşılan bir şey değil. Ama ne yaparsınız ki, biz "medeni" olmaktan çok uzak, neredeyse "barbarlığı" hatırlatan bir siyasi ve idari iklimin hakim olduğu bir ülkede yaşıyoruz. "Görmemiş" gibi davranmamız gerçekten görmediğimizden!

Bekaroğlu'nun "ölüm orucu"na engel olabilmek için Ankara-İstanbul arasında mekik dokurken "randevu" fasıllarıyla ilgili şu açıklaması çok ilgimi çekti: "Ecevit'ten randevu alamıyoruz. Rahşan Hanım'a, Hüsamettin Özkan'a dahi ulaşamıyoruz." Bu açıklama niçin ilginç? Bekaroğlu'nun da içinde bulunduğu heyetin çözüm için etkili olabilecek herkesle görüşmek istemesi çok tabii. Fakat siz şu işe bakın. Bu etkili kişiler arasında "Rahşan Hanım" da var. "Şu işe bakın derken" asıl söylemek istediğim, şu ülkenin nasıl yönetildiğine bakmanız. "Rahşan Hanım" kim oluyor ki, soruna çözüm arayan heyet kendisine başvurmayı yararlı ve belki de gerekli buluyor? Hükümetle ilişkisi bir "eş" olmaktan öteye bir adım gitmeyen bir insan ülkenin çok önemli bir sorununda söz sahibi. Gerisini siz düşünün...

"Gerçek Hayat." Bekaroğlu'na "Kendilerini, arkadaşlarını yakabilen militanları" nasıl değerlendirdiğini soruyor. Cevap: "Ben bu kamp işlerine herkes gibi bakmıyorum. (...) Stalin'in bugün ne karşılığı var? Terör örgütü 1970'lerden kalma bir yapı. Ama daha önemlisi çoğunun basit bir suçla cezaevine girmesi. Bunlar çok büyük şeyler değil; basit, anlaşılır ve karikatür şeyler." Bekaroğlu'nun bu sözlerinden onun cezaevlerinde olup biteni "basit" olarak nitelediği sonucunu çıkartmak akılsızlık olur. O bize, bu ülkede birşeyler karalama ve birşeyler açıklama imtiyazını ele geçirenlerin "ezici çoğunluğu"nun hiç mi hiç hatırına gelmeyen bir hakikati işaret ediyor. Yani şu hakikati: "Devlet de 12 Eylül mantığıyla düşünüyor. İşte Manisalı çocuklar. İşte Meclis'te pankart açan çocuklar... Toplumda bir sürü haksızlık var. Genç insan duvara yazı yazıyor, afiş asıyor, bir yürüyüşe katılıyor, yakalanıyor, ama bir terör örgütüyle ilişkisi kurulamıyor. 'Terörün sair efradı' diye dünyanın hiçbir yerinde görülmemiş cezalar veriliyor. Bir lise öğrencisi 9.5 yıl ceza alıyor. Bir örgütle ilişkisi olmayan genç orada keskinleşiyor."

Bekaroğlu'nun maalesef Başbakan başta olmak üzere hükümete bir türlü anlatamadığı bu "hakikat" etrafında aklı başında bir tartışma yaşanmadan ülkenin düze çıkması mümkün mü? Bekaroğlu'nun "Muhalifi düşman görmekle, düşmanı yok etme anlayışıyla sorunlar çözülmez" şeklindeki teşhisi her şeyi yeteri kadar anlatıyor. "Muhalifi düşman görmek" bir zamanların Sovyetler Birliği üzerine yapılan analizlerde de sıkca karşılaştığımız bir teşhis değil miydi? Sovyetler Birliği de totalitarizmin ideal tipi olarak fikrinden hazetmediklerini "rejim düşmanı" ilan etmiyor muydu? Demokrasilerin onsuz yapamadığı "muhalif"e bu rejimde de bütün yollar kapalı değil miydi? Oysa bakın demokrasilere, "rejim düşmanları" denilen bir kategoriyle hiç karşılaşıyor musunuz?

Demokrasinin üstünlüğü burada değil mi? Baskıcı rejimler sürekli "rejim düşmanı" üretirken, demokrasiler "muhalif"le yetinmiyor mu? Yerimiz yine daraldı; en iyisi yazıyı Bekaroğlu'nun 12 Eylül'de Metris Cezaevi'nde psikiyatri hekimi olarak görev yaparken başından geçen bir olayı yine kendi ağzından aktararak bitirelim: "Tek tip elbiseyi protesto eden mahkûmlar için 'bu bir sapmadır, tedavi edilmesi gerekir' diyen komutanlar vardı. Hatta 'sen ruh hekimisin, yeteneklerini kullan ve bunları hipnozla önle' diyorlardı."


8.OCAK.2001


Kağıda basmak için tıklayın.

Kürşad Bumin

 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...