YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Yazarlar

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan
Spor'dan
Bilişim'den

  Arşivden Arama

  I Explorer Kullanıcıları, TIKLAYIN.

 

"Kur'an"a el basılabilir mi?

Bu suâli, "Bir şahıs Kur'an'a el basmak sûretiyle yemin edebilir mi/etmeli mi?" biçiminde anlayacakları hemen uyarayım: Kastım bu değil! Fıkhî/hukûkî bir edimin sıhhati ya da örfümüzde câri bir ritüelin/seremoninin geçerliliği soruşturulmak istenmiyor burada.

Suâli biraz daha açık kılmaya çalışayım o halde: Gramatik bakımdan Kur'an sözcüğünün 'el basmak' eyleminin nesnesi olarak kullanılması doğru mudur? Yani eylemin imkânı ya da imkânsızlığı ile eyleme konu olan metnin mahiyeti arasında sahih bir nisbetin varlığından söz edebilir miyiz? Hâsılı, "Su yedim" veya "Ekmek içtim" cümlelerini duyan birinin, "Su yenebilir mi?" ya da "Ekmek içilebilir mi?" diye sormasına benzer şekilde soruyoruz: "Kur'an'a el basılabilir mi?"

"Kur'an'a el basmak" deyişinin Türkçemizde o denli yaygın olduğu düşünülür ki bu dili bildiğini, bu kültürü tanıdığını sananların çoğu bu dile getiriş biçiminin sorunlu olabileceğini aklına bile getirmez ve dolayısıyla yukarıdaki suâle muhatap olduğunda da hiç tereddüt etmeksizin, "Elbette Kur'an'a el basılır/basılabilir" diye cevap verir. Oysa el basılacak olan metnin adı, geleneğimizde Kur'an olarak değil Mushaf olarak tesmiye edilir(di) ve meselâ babaannelerimiz sahaflara gidip Kur'an-ı Kerîm alacakları zaman, "Evlâdım bana bir Kur'an-ı Kerîm verir misiniz?" demezler, "bir Mushaf-ı Şerîf verir misiniz?" demeyi tercih ederlerdi.

Belki gençler değil ama ortayaşlılar ya da yaşlılar hatırlayacaklardır ki deyişin doğrusu "Kur'an'a el basmak" değil, "Mushaf'a el basmak"tır! Kezâ Osman Gazi'nin sabaha kadar hürmeten karşısında uyumadığı/uyuyamadığı metnin adı Kur'an-ı Kerîm değil, Mushaf-ı Şerîf'ti. Halk, günahkârları Kur'an'ın değil, Mushaf'ın çarpacağına inanırdı. Müslümanlar Kur'an'a değil, Mushaf'a abdestsiz dokunmazlardı. Kadınların hayızlıyken Mushaf'ı okuyamayacakları söylenir ve fakat Kur'an okumalarına izin verilirdi. Halkımız Kur'an'ı değil, Mushaf'ı öpüp alınlarına götürürdü; zaruret halinde meselâ ekmeğin üzerine değil, Mushaf'ın üzerine basılmasının cevazından sözedilebilirdi, vs.

Demem o ki: Kur'an tilavet edilen/dille okunulan ve kulakla işitilen Kelâm-ı İlahî'nin adıdır; meşfuh ve mesmû'dur; Mushaf ise, Kelâm-ı İlâhî'nin yazılı olan ve dolayısıyla gözle okunan sûretine verilen addır; bu yüzden de mektub ve mebsûr'dur.

Kur'an sözcüğünün Mushaf yerini almasının tarihi zannedildiği gibi çok gerilere gitmez. Bu, yazılı kültürün var ettiği modern bilincin yanılsamasıdır; hakikat ile mecazın arasındaki çizgiyi silikleştirenler kadîmler (sözlü kültür'ün mensupları) değil, modernlerdir dolayısıyla. [Usûl ve nazariyât bilmeyen, tınıyı ancak portede tanıyabilen tecrübesiz konservatuar öğrencilerinin meşk dendikde işret'i anlamaları türünden bir yanılsamadır bu. Aşk olmayınca meşk'in olmayacağı söylenir ki doğrudur. Ancak bilinmez ki aşk meşk'te zâhir olur; binaenaleyh tabir-i hakikîsiyle meşk olmayınca da bir türlü aşk olmaz; aşk dile gelmez/gelemez.]

Peki bu ayrım çok önemli midir? İma edildiği gibi, bu iki sözcük/terim birbiri yerine kullanıldığı takdirde büyük bir hata mı yapılmaktadır gerçekten?!? Hiç kuşkunuz olmasın ki bu gramer hatası, iki farklı metafizik arasındaki ayrımın farkına varılmasını engellemektedir; tıpkı herhangibir Kur'an çevirisine hiç düşünmeksizin Kur'an diyen ya da okuduğu bir ayet çevirisini "Allah Kur'an'da diyor ki" biçiminde aktaran gençlerin zihinlerini belirleyen hasarlı gramerin, onların sahih bir Kur'an tasavvuruna varmalarını engellediği gibi...

Lütfen bir düşününüz, sözde rakamsal kombinasyonların (!) kendisine nisbetle temellendirildiği metin Kur'an-ı Kerîm midir, Mushaf-ı Şerîf midir? Bu (harf) kombinasyonlarını mucize olarak sunanların üzerinde çalıştıkları metin, yazılı metnin kendisi (Mushaf) değil midir? [İslâm dilbilimcileri Kelâm'ı (Söz), lafız, mânâ ve nazım'dan mürekkeb olmakla tanımlarlar ve alfabe'yi (harfleri, yazılışlarını, stillerini) ise Kelâm'ın zâtından değil, a'razlarından sayarlardı. Kelâm gayr-ı mahlûk, diğerleri mahlûk idi.]

Söz yerine, anlam yerine, eylem yerine, sadece hattı (yazıyı) önemseyenler ve bununla da kalmayıp harflerin sayısal değerlerinden sonuç çıkaran heveskârlarla kahve telvesinin mübhem kıvrımlarından anlam çıkarmaya çalışanlar arasında işte bu nedenle ciddi bir fark yoktur; her ikisi de son tahlilde hem keyfîdir, hem de keyif vericidir. Ama o kadar! Ne gariptir ki "telvecilik" ile "bilimselcilik" ('bilimsellik' değil) burada buluşur/anlaşır; halkı da zaten bu husûsiyetleriyle (keyif vericilikleriyle) avlarlar.

Peygamber Efendimiz (s.a) ne güzel buyurmuşlar: "Bataklıkta gül yetişmez!" diye. Oysa "bu topraklar"da bir zamanlar ne güller yetişmişti... Ne güller bir bilseniz, ne güller!


9 OCAK 2001


Kağıda basmak için tıklayın.

Dücane Cündioğlu

 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...