![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
||
![]() |
Türkiye'nin birikimi... | ![]() |
![]() |
|
![]() |
Uzunca bir süredir günümüz hikâyeciliğine musallat bir illet olarak düş yokluğundan bahsetmek, aslında bir diş yokluğu illetinden bahsetmektir. 'Düş' ile 'diş' sözcükleri arasında etimolojik bir yakınlık bulunmadığı ispat edilse bile bu durum, düşleme işleminin tıpkı dişleme işlemi gibi sert şeyleri koparan, kabuk kıran, parçalayan, öğüten ve dönüştüren bir işlem olduğu gerçeğini değiştirmez. Gerçeklikten sert lokmalar koparmak ve bunları evire çevire parçalayıp dönüştürmek, dişleri dökülmüş bir ağzın, yani günümüz hikâyeciliğinin harcı değil. Çene kaslarının hâlâ çalışır olmasına aldanmamalı; kâğıt helvası çiğniyordur mutlaka, geviş getirmiyorsa eğer. Günümüz hikâyesine ilişkin iddia tam tersi bir istikamette oysa. Düşle yoğrulmuş, düş zengini bir hikâye imiş modernist dönem sonrası hikâye. Fantezi ile düş arasındaki kalın farka kafasını çarpan alıkların yanılgısıdır oysa bu. Çarptıktan sonra görseler bari... ne gezer. Bilinmeli ki gerçekliğin dokusu taş gibi serttir. Keçi boynuzu bile çiğneyemeyecek kadar dişsiz olan fantezi, bu dokunun üzerinden ancak diliyle yalayarak geçebilir. Bir kadının boynunda, ölülerin uyluk kemiklerinde, kaldırım taşlarında, kılıçların çeliğinde, meleklerin kanadında veya zebanilerin demirden kırbacında, dünyanın kabuğunda veya hayatın çekirdeğinde bir hikâyenin diş izlerini görebiliyorsak, ancak o zaman bir düş gördüğümüzden söz edebiliriz. Hasanali Yıldırım'ın hikâyeleri dişli hikâyelerdir işte bu yüzden. Lokmasını çiğnerken protez diş gıcırtıları çıkarmayan ve dilini hiç ısırmayan hikâyeler...
|
![]() |
Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim |
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|