YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Yazarlar

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan
Spor'dan

  Arşivden Arama

 

 

Diyarbakır-Ankara

Türkiye, Ermeni konusu üzerinden müttefiki Batı ülkeleri tarafından sıkıştırılmaya başlamışken, terör, geldi ve hem de Diyarbakır'da ve hem de Hizbullah'ın üzerine gitmesiyle tanınan, bu sorunlu şehrimizin sevilen Emniyet Müdürü'nü en güvenlikli olması gereken mekanda vuruyor. Türkiye, "hain dış parmakların bastığı düğmeyle çökertilmek ve zayıflatılmak" mı isteniyor? Bir "Haçlı seferi" ya da bir "uluslararası komplo" ile mi karşı karşıyayız?

Bu soruları, "olgular" kabul edip savunan siyasi çevreler mevcut. İlk bakışta, dışta Türkiye'yi Ermeni soykırımı kavramı üzerinden "kuşatma" ile, Güneydoğu'da azacağı sinyalini veren "terör", böyle bir zihniyetin "içe kapanma" ve ülkeyi "dışa kapatma" (özellikle AB'den uzaklaşma) niyetlerine görünürde "meşru" zeminler hazırlıyor. Bu tip kolaycılığa kaçmadan, başka "tezler" üzerinde de düşünebiliriz.

Örneğin şu soru pekala geçerlidir: Dışarıda ve içeride "sahneye konulan oyunlar" acaba Türkiye'yi zayıflatma amacına yönelik bir "komplo" mudur, yoksa Türkiye zayıflamış bir görüntü verdiği, zaaf içinde göründüğü için mi mümkün olabilmektedir?

Bizce ikinci şıkkın üzerinde durulmalıdır. İçeride değişim ve dönüşüm dolayısıyla demokratikleşme yönünde adım atan, uluslararası sorunlarrda sorunun değil, "çözüm"ün bir parçası gibi "pozitif" bir imaj çizen bir Türkiye'yi incitecek Ermeni yanlısı karar tasarıları, acaba Batı parlamentolarında bu kadar hızlı ve kolay yol alabilirler miydi? Pek kuşkulu.

Diyarbakır Emniyet Müdürü'ne yönelik hain suikasta dönersek, şu dört soru akla gelebiliyor:

1. Bu suikast, bir meczup cinayet makinası haline dönüşmüş Hizbullah'ın bir "intikam saldırısı" mıdır?

2. Acaba Hizbullah saldırı görüntüsüne büründürülerek, aslında başka hesapların görülmesini isteyenler tarafından mı gerçekleştirilmiştir? Yani, acaba Ankara'da kıyasıya hüküm süren iktidar mücadelesiyle mi irtibatlıdır?

3. Yoksa, çok yakın geçmişte sağlanan Ankara-Talabani ve Barzani-Talabani yakınlaşması sonucunda Kuzey Irak'ta bunalan PKK'nın "şiddet"i tekrar bölgeye taşıyarak, varolma iddiasını güçlendirme niyetine ilişkin bir sinyal midir?

4. Bunlardan hiçbiri değilse, bir "dış güç" ya da "güçler"in Türkiye'yi destabilize etme planlarıyla mı ilgilidir?

Bunların hangisinin doğru olduğunu şu anda bilemiyoruz. Ama üzerinde düşünülmesi gereken dört soru bunlar. Üzerinde hiç düşünülmemesi gerekmeyen husus ise, Ankara'nın "zaaf" içinde görünmesidir. Bunun başlıca sebebi, günlerdir vurgulamaya çalıştığımız, Türkiye'de ciddi bir yönetim boşluğunun doğmuş bulunmasıdır. Hükümet, gerek "tüzel kişilik" gerekse başta Bülent Ecevit olmak üzere "gerçek kişiler"den oluşmuş haliyle vardır; ama "fiilen" yoktur!

Olmadığı gibi, "kriz" üretmeye devam etmekten de vazgeçmiyor. Şimdi Fazilet Partisi'ne parti kapatmayı güçleştirmek amacıyla "üçte iki olmadı, beşte üç yapalım" cinsinden yeni bir "yem" atılıyor. Parti yönetimi, bu oltaya atlamaya bilinen ilkesizliği içinde hazır. Peki, ne karşılığı olacak? Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'i hedef alan "sinsi hesap", yani "beş artı beş" formülüne Fazilet desteği elde etmek karşılığında.

Beyhude çaba. Çünkü, Sezer, yetkisine dayanarak böyle bir Anayasa değişikliğini "referandum"a götürecektir. İkincisi, Fazilet'in "yenilikçiler"i bu çirkin oyuna destek vermezler; vermedikleri takdirde Anayasa değişikliği geçmez ve "referandum" mecburi hale gelir.

Anayasa Mahkemesi Başkanı Mustafa Bumin çözüm yolunu "Bir siyasi partinin kapatılmasında Avrupa ülkelerinin, AİHM'nin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin ve Amerika Yüksek Mahkemesi'nin kriterleriyle çözümleneceği inancındayız. Zorlaştırmaya karşı değiliz, siyasi partilerin kapatılmasından yana da değiliz" diyor; daha ne istiyorsunuz...

Siyasi akıl ve iyi niyet kalmazsa; parlamento zeminine ayak oyunları hakim olur. Ülke zaafa uğrar ve terör azar.

Bu anlamda, Diyarbakır suikastında, "Ankara'nın sorumluluğu"nu aramak yanlış mıdır?

NOT: Hürriyet'te görevli, andıç tetikçisi Emin Çölaşan adlı kişi dün yine benim Medya TV'de konuştuğuma ilişkin bilinen iddiasını, artık kimliği haline gelen provokatör üslûbu ile tekrarlamış. Benden cevap istiyormuş. İşte cevap: Medya TV beni aradı ve Talabani'nin Ankara temasları ve Kuzey Irak'taki gelişmeler konusunda demeç istedi. O sırada yurtdışında bulunduğumu, konuyu iyi izlemediğimi, dolayısıyla demeç vermeyeceğimi söyledim. Demeç vermeyeceğime ilişkin sözlerimi demeç diye yayınlayıp, Emin Çölaşan'ın işlemesine sebep oldularsa, bu, konuyu doğru dürüst araştırmayıp itham haline dönüştüren Çölaşan'ın sorunu. Belki de, kendisine kuş beyinli muamelesi yapan "minik kuş"u tarafından yine yanıltılarak kullanılmıştır. Niçin kullanıldığını bilmiyorsa, "minik kuşu"na soruversin.


26 OCAK 2001


Kağıda basmak için tıklayın.

Cengiz Çandar

 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...