YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Yazarlar

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan
Spor'dan

  Arşivden Arama

  I Explorer Kullanıcıları, TIKLAYIN.

 

Rahibeler ve başörtülü kızlar

Hepsinin üzerine bir çarpı çizip nereye gidebiliriz hiç düşündünüz mü? Hemen söyleyeyim: "Olsa olsa demokrasinin çöplüğüne."

Bir gazete (Yeni Asya), "Deprem Allah'ın takdiridir" dediği için DGM kararıyla kapatılabilir mi? (Bakınız 25 Ocak 2001 tarihli Akit'in haberi)

İnanan insana göre, her şey Allah'ın takdiridir.

Beni en çok şaşırtan olay, Türkiye'de, inançların münakaşa edilip, çürütülmeye çalışılması. Ve inançlarından ötürü şahısların cezalandırılması. Deprem Allah'ın takdiri değilse, Kandilli Rasathanesi Müdürü Ahmet Mete Işıkara'nın mı takdiri?

Dame de Sion

Bir rahibe okulu olan Notre Dame de Sion'da okudum. Başörtülü ve siyah kıyafetli rahibelerin ders verdiği bu Fransız Lisesi'nde, bir de kilise vardı. Hıristiyan arkadaşlar, orada dua ederlerdi. Bize, hiçbir şekilde dinî baskı yapılmadı. Sadece her sabah, genel ahlâkî değerler öğretilir, dürüst olmamız, yalan söylemememiz, büyüklere saygılı davranmamız için telkinde bulunulurdu. Derslerimizin yanı sıra, hal ve tavrımızdan dolayı ayrı bir değerlendirmeye tâbi tutulurduk. Ödüllendirilir veyahut ceza alırdık.

O tarihte, cumartesi günü de, öğlene kadar okul vardı. Ceza, cumartesi öğleden sonra iki saat herkesten fazla okulda kalmaktı. Bir sınıfta, hiçbir şey yapmadan, okumadan, yazmadan, konuşmadan öylece oturmak...

Bizim rahibe hocalarımız, ellerinde İncil, boş zamanlarında hep Latince dua ederlerdi. Onların Latince dualarından da, başörtülerinden de, okuldaki kiliseden de zarar görmedik.

Bize Hıristiyanlığı değil ama, disiplinli çalışmayı, fedakârlığı, insanları sevmeyi, ahlâklı davranmayı öğrettiler.

Sorular

Zaman zaman "Dünyadan böyle neden elinizi eteğinizi çektiniz?" diye sorardık. Evlenmeleri, mal, mülk, çocuk sahibi olmaları, hatta akrabalarıyla buluşmaları dahi yasaktı. Ya manastırda, ya da okullarda yaşarlardı.

İnançların münakaşa edilemeyeceğini de Notre Dame de Sion'da idrak ettim.

Çok sevdiğim hocam Mère Dilecta'ya (biz rahibelerin ders verenine "mère" yani "anne"; idarî hizmet yapan daha az tahsilli olanlarına "ma soeur" yani "kardeşim" derdik) sordum:

-Latince, hiç anlamadan bu duaları ediyorsunuz. Neden İncil'i kendi dilinizde okumuyorsunuz?

-İsa için hem Allah, hem Allah'ın oğlu, hem de St Esprit diyorsunuz. Bir kişi nasıl üç kişi olabilir?

-Kendinize adeta zulüm ediyor, yokluk içinde yaşıyorsunuz. Niçin bu şekilde örtünüp, hayattan uzaklaşıyorsunuz?

Mère Dilecta bana şöyle bir baktı ve "Sen anlayamazsın, bu bir inanç ve Allah'a teslimiyet meselesidir. Bu dünyada sana mantıksız gelen şeylerin sırrına bir başka dünyada erebilirsin" cevabını verdi.

Yanımdan ayrılırken Latince duasını okumaya devam ediyordu.

Çarşamba öğleden sonraları tatildi ama, leylî olduğum için, beni fakir evlerine, Darülaceze'ye, kimsesizler yurduna vs. götürürler, oradaki insanların yalnızlıklarını paylaşmamızı, onlarla ilgilenmemizi isterlerdi.

Yüreğim parça parça okula dönerdim.

Dame de Sion'dan mezun olduğum yıl, Papa, rahibelere başlarını açma ve mal mülk sahibi olma izni verdi.

Notre Dame de Sion'da, artık rahibeler yok. Herhalde, dünyada da bu fedakâr insanların sayıları hayli azaldı. Belki, müessese tamamen ortadan kalkmıştır.

Her birinden çok güzel anılar taşıyorum yüreğimde.

Ne zararı var?

Bütün bunları şunun için anlatıyorum: Allah rızası için hayatlarını yaşamaktan vazgeçenler, kendilerini iyiliğe, güzelliğe adayanlar varsa aramızda, bırakalım onlarla uğraşmayı; başörtülerine, inançlarına, sözlerine kafayı takmayı...

Onlardan azami şekilde istifade etmeye gayret edelim.

Genç kız, okumak istiyorsa, okusun. Başı örtülü olsun. Ne zararı var? Başı örtülü koyu Katolik rahibeler bizi okuttu, bir zarar görmedik de, o genç kız, Türkiye'ye ne gibi bir kötülük yapabilir?

Mehmet Kutlular'ın, depremin Allah'ın bir gazabı olduğunu düşünmesi, neden rahatsızlık yaratıyor? Niçin bir inancı "Ama deprem camileri de yıktı, Müslümanlar'ı da öldürdü" diye münakaşa ediyoruz.

Hiç inançlar tartışılır mı? Kim kimi ikna edebilir ki!

Bırakınız herkes kendi inandığı İslâmiyet'i yaşasın veyahut inançsız bir hayat sürsün. Laik bir devlet, burnunu vicdanlara kadar sokmaz.

Büyükelçilikte sohbet

Basın Kanunu'na göre, bir gazetenin yayınının durdurulması yasal değil zaten. Ama uygulamanın sakatlığını, bir kenara koysak bile, anlamsız münakaşaların, yerli yersiz sertleşmelerin ülkemize zarar verdiğini görmezden gelemeyiz.

Türkiye dinamik unsurlarını biçerek kendi kuyusunu kazıyor. "Ermeni soykırımı" yasasının Fransız Parlamentosu'nda kabulünden sonra Türkiye'nin Paris'teki Büyükelçiliği'nde cereyan eden bir konuşmayı aktarmak isterim.

Bir milletvekili soruyor: "Sayın Büyükelçi kaç Türk yaşıyor Fransa'da?

Cevap: 300 bin.

-Onları hareketlendirmeniz mümkün mü?

-Hayır

-Fransa'daki Türkler 300 bin, Ermeniler 400 bin. Ama siz Türkler'i biraraya getiremiyorsunuz. Çünkü kimine Fethullahçı deyip üstünü çizmişsiniz; kimini Milli Görüşçü, kimini Ülkücü diye karalamışsınız. Camiye gidene irticacı gözüyle bakmışsınız. Resmi ideolojiye bağlı kaç Türk var Fransa'da?

Bu soruyu, biraz da lâtife yaparak toplantıya katılan bir profesör cevaplandırıyor:

-Sadece iki tane... Türkiye'den gönderilen iki askeri ataşe!!

Üzümün çöpü, armudun sapı diyerek milletin dinamik unsurlarını budayıp durmuşuz.

Demokrasinin çöplüğü

Marmara İlahiyat Fakültesi'nde okumak için bekleşen genç kızlar... Veyahut Yeni Asya grubu... Fethullah Gülen ve arkadaşları... Milyonlarca seçmeni harekete geçirebilen Fazilet Partisi...

Hepsinin üzerine bir çarpı çizip nereye gidebiliriz hiç düşündünüz mü? Hemen söyleyeyim: "Olsa olsa demokrasinin çöplüğüne."

Son bir söz:

Diyarbakır'daki cinayeti hep birlikte lanetleyelim. Ama terör eylemlerinden yola çıkarak, çarpık ve noksan demokrasimize mazeret üretmeyelim.

Marmara İlahiyat Fakültesi Dekanı Zekeriya Beyaz'a yapılan saldırı, bu üniversite de başörtüsü yasağını süratlendirdi. Hatta kimilerinin gözünde, yasağı meşrulaştırdı.

Güzide Emniyet mensubu Gaffar Okkan ve arkadaşlarının şehit edilmesi, sakın yöre halkının yeni baskılara maruz bırakılacağı bir dönemin başlangıcını teşkil etmesin.


26 OCAK 2001


Kağıda basmak için tıklayın.

Nazlı ILICAK

 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...