T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Pişkinsüt hatırlanacak; Bakan Türk unutulacak

Türkiye'de yöneticilerin beceriksizliği, acizliği ve kimi zaman ayan beyan ortaya çıkan 'kötü niyetleri'ne bakılarak sık sarfedilen bir söz vardır: 'Biz, bunu haketmiyoruz' veya 'Türkiye buna layık değil'…

Nereye elinizi atsanız, elinizde kalıyor. Dünyanın böylesine önemli bir coğrafyasında, bir impatarorluk mirasının 'oturaklılığı' ve 'vakarı'nı taşıyan ve aynı zamanda genç nüfusuyla cıvıl cıvıl, yetişmiş insan sayısının çokluğuyla 'umut veren' bu kadar güzel ve eşsiz bir ülkenin 'kollektif akıl'dan ve 'bireysel cesaret'ten akıl almaz ölçülerde yoksun bulunması, şaşırtıcı geliyor.

'Biz' ya da Türkiye 'bunu' gerçekten hakediyor muyuz?

Örneğin, Prof.Dr. Hikmet Sami Türk gibi bir Adalet Bakanı'na layık mıyız?

Kendisini tanımam. Bununla birlikte, hakkında oluşmuş 'olumlu' kanaatim ve izlenimim vardı. Ancak, bu kanaatim ölüm oruçlarını sona erdirmek gayesiyle yapılan Aralık 2000'deki o kanlı operasyonla sona erdi.

O operasyon çeşitli 'terör örgütleri'nin 'kurtarılmış bölgeler'e çevirdiği cezaevlerinde bu durumu sona erdirmek ve F-tipi cezaevlerine karşı başlatılmış 'ölüm oruçları'na son vermek amacıyla yapılmıştı. Gerekçe buydu. 'Ölüm oruçları' sona erdirilemediği gibi, oluk gibi kan döküldü. Kanlı çatışmalar, içerdeki 'şer odakları'nın ne kadar örgütlü ve silahlı olduğunun kanıtı olarak, operasyona 'meşruiyet' sağlamak üzere takdim edildi. Oysa, yakın geçmişte ortaya çıkan gerçekler, söz konusu operasyonun bir 'mini-katliam' olduğunu, 2000 Aralık ayında medyaya yansıtıldığı türden bir direnme olmadığını ortaya koydu.

Herhangi bir demokratik ülkede, açığa çıkartılan bu 'skandal' bir hükümetin sona ermesi ve bu işin sorumlularının yargı önüne çıkartılması için yeterli bir gerekçedir. Birçok konuda olduğu gibi, bu konu da Türkiye'de 'hasıraltı' edildi.

Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, o operasyondan daha iki gün önce, ikide bir ekranlara fırlayıp, F-tipi cezaevlerine o günlerde alelacele bir nakil olmayacağına ilişkin güvenceler veriyordu. Herkes gibi biz de, hem Bakan sıfatı ve üstelik bir de Prof. sıfatı taşıyan ona inandık. Operasyon başlar başlamaz, 'mini-katliam'ın ateşli bir savunucusu kesildi ve F-tipi cezaevlerine nakiller başladı.

Türk kamuoyu Adalet Bakanı tarafından aldatılmıştı. Adalet Bakanı'nın doğru söylemediği, Adalet Bakanı'na inanılamayacak bir ülkede 'Adalet Mülkün Temeli' olabilir mi? 'Adalet'in 'Mülkün Temeli' olamayacağı bir ülkede dirlik-düzenlik kurulabilir mi?

Ve, bu Adalet Bakanı, tam 'yavuz hırsız evsahibini bastırır' misali, F-tipi cezaevleri sorununun kanlı olaylara dönüşmesinden, o güne kadar en makul çözümleri öneren İstanbul Barosu Başkanı Yücel Sayman'ı sorumlu tutmaya kalktı. Bakan'ın mantığına göre, İstanbul Baro Başkanı, önerileriyle, işlerin çığırından çıkmasına yol açmıştı!

Bu toplumun ezici çoğunluğu gibi, Hikmet Sami Türk'le bizim aramızdaki 'güven mukavelesi' de 2000 yılının sonunda sona erdi. O gün bugündür yaptığı hiçbirşeye inanmıyor, güvenmiyorum. Ve, tıpkı Sema Pişkinsüt gibi ben de, '21.Yüzyıl'da böyle bir kişinin Türkiye'nin Adalet Bakanı olmasının sakıncalı olduğu' kanaatini taşıyorum.

Hikmet Sami Türk adı, uzun bir sessizlik döneminin ardından, 'yolsuzluk soruşturması' yürüten savcılara karşı harekete geçmesiyle duyuldu. Son marifeti ise, eski TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı ve kendi partisinin milletvekili Sema Pişkinsüt'e karşı başlattığı 'karalama' kampanyası.

İşkenceye karşı yürüttüğü mücadele ile Türkiye'nin 'yüzakı' sayılabilecek nadir milletvekillerinden biri olan Sema Pişkinsüt'e, görüştüğü 'işkence mağdurları'nın isimlerini açıklamadığı için Hikmet Sami Türk'ün emrindeki bir savcı, 'suçun işlenmesinden sonra failine yardım' ithamıyla dokunulmazlığının kaldırılması için 'fezleke' hazırlamaya kalkıştı.

İşkenceyi ve işkencecileri bir yana bırakıp, bu işin üzerine gidenlere yönelik bu 'cadı avı'na karşı Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, tam da beklenen tepkiyi verdi ve Sema Pişkinsüt'ü 'terör örgütlerinin ağzıyla konuşmak' ve 'şov yapmak'la suçladı.

Bu Adalet Bakanı bizi bu tavrıyla şaşırtmadı. Ama artık bazı gözlerin açılması mümkün olmuştur.

İşin vahameti, Bakan Hikmet Sami Türk'ün gerçek kimliğinin kamuoyunun gözleri önüne serilmesi değildir. Bundan ötededir. Bu son olay, Türkiye'de 'siyasallaşmış yargı'nın 'yasama'ya bir 'tecavüz'ü niteliğindedir. Sema Pişkinsüt'ü savunmak, onunla dayanışma göstermek bir 'demokratik vecibe' olarak ortaya çıkmıştır.

Bunun yanısıra, Sema Pişkinsüt'e tam da bu konuda Adalet Bakanı'nın açtığı 'kampanya', bu hükümetin 'işkenceyi önleme' değil adeta 'teşvik etme' eğilimini yansıtmaktadır ve ne bu hükümetle ve ne böyle bir Bakan ile 'Kopenhag Kriterleri'nin- yerine getirilmesi bir yana- yanına yaklaşmak bile mümkün değildir.

Baskı rejimleri, temsilcileriyle birlikte, bir gün mutlaka yıkılıp giderler. O gün gelince, o ulusun, öyle bir yönetime layık olmadığı açığa çıkar. Türkiye'de de böyle olacak. Ve öyle bir gün gelince, Türkiye'de hatırlanacak isimlerden biri herhalde Sema Pişkinsüt olacak ama Hikmet Sami Türk ismini büyük bir ihtimalle kimse hatırlamayacak…

Uluslar, kendilerine layık olmayan yöneticilerin adını genellikle hatırlamazlar…


29 Temmuz 2001
Pazar
 
CENGİZ ÇANDAR


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED