T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Temel taşı ya da temel diplomasi/si

Kudüs'te İsrail polisinin Mescid-i Aksa'ya baskın yapmasıyla noktalanan son gelişmeler bölgedeki yeni çatışmaların, yeni kırılmaların habercisi. Bu gelişmeler, Mescid-i Aksa ve Kudüs'ü merkeze almayan, göz ardı eden bir dış politika yaklaşımı Türkiye'yi bölgenin gerçeklerinden koparacağı gibi bölgede yabancı unsur haline getireceğini bir kez daha hatırlatmaktadır. Son 10 ay içinde 700 kadar insanın can vermesine neden olan İkinci İntifadanın bile Şaron'un Mescid-i Aksa'ya yaptığı provokatif baskınla kıvılcımlanmış olması gerçeği bile dengelerin hangi hassasiyetler üzerine kurulu olduğunu göstermeye yetiyor. Türkiye'nin de kurucu üyesi olduğu İslam Konferansı Örgütü'nün kurulmasına neden olan olay yine Mescid-i Aksa'ya yönelik saldırıdır. 1969 yılında Yahudiler'in Mescid-i Aksa'yı yakmaya kalkışmasının ardından İslam Dünyası ilk defa uluslararası boyutta bir konferans çerçevesinde örgütlenme ihtiyacını hissetmişti. Yine Mescid-i Aksa'nın temellerinin çökmesine neden olacak kazı ve tünel açma girişimleri kanlı olaylarla sonuçlandı. Nihayet Oslo Anlaşması'yla başlayan "Barış süreci" özellikle Clinton yönetiminin tüm ağırlığını koymasına rağmen genelde Kudüs'ün statüsü ve Mescid-i Aksa konusunun görüşüleceği nihai aşamaya gelindiğinde, İsrail'in sorunu zamana yayma amacıyla süreç sabote edildi.

Dini perspektifin tarihi bilincini ve ulus kimliğini belirlediği ve bunu resmi ideoloji haline getirmiş olması İsrail'in en ayrıcı vasfıdır. Dini dogmalarını diplomasi alanına bu denli başarıyla taşıyabilmiş başka bir devlet zor bulunur. Paradoksal biçimde, uluslararası diplomasi ve hukuk açısından marjinal bu dini referanslı ideolojiden beslenen İsrail ile, resmi ideolojisini tümüyle dini ve tarihi referansları en alt düzeyde dikkate alan/hiç dikkate almayan bir yaklaşımla oluşturmuş resmi Türkiye'nin bölgenin en iki yakın müttefiki olmasının normal şartlarda anlaşılabilir bir yanı yoktur. Ne siyasi yapıları ne de toplumsal ve tarihi gerçekleri bakımından iki ülkenin de bölgedeki siyasi varlıkları, bölgenin kültürel, siyasi şartlarını, halkını karşısına alarak bir arada durması mümkün değildir. Çizilen stratejik ittifak görüntüsü ancak bir bilinç kaybının, (siyasi) "akıl tutulması"nın sonucudur.

Türk medyasının İsrail ağzı ile "temsili taş" şeklinde takdim ettiği Temple Mount Faithful örgütünün Mescid-i Aksa'nın yerine Yahudi tapınağını inşa etme projesinin ilk adımı olarak temel taşı koyma girişimi dikkatlerden kaçırılıyor olması bile Türkiye'yi bölge gerçeklerinden ve kendi rolünden koparacak gelişmelerin küçük ama önemli bir göstergesidir. Tisha b'Av gününde getirilen tapınak projesinin ilk adımı olarak 4 tonluk temel taşını temsili taş gibi aksettirmek Müslümanlar'ın hassasiyetini terörize etme girişiminden başka bir anlamı olamaz.

Cem'in açmazı

Dışişleri Bakanı İsmail Cem'in iki gündür Kahire'de sürdürdüğü görüşmeler aslında Türkiye'nin içinde bulunduğu açmazın göstergesi. Bir yanda Türkiye'yi İsrail'le stratejik ittifaka zorlayan dış şartlar diğer tarafta Türkiye'nin kalıcı gereklilikleri. Cem'in Türkiye'nin "bir dostunu diğerine feda etmeyeceği"ni belirtmiş olması ile barış sürecini canlandırmaktan bahsetmesi bu çırpınışın, içine girilen açmazın ifadesinden başka bir şey değil. Çoktan defteri dürülmüş olan Barış Sürecinin işliyor olmasını herhalde Türkiye'den daha fazla isteyen taraf olamazdı. İki taraf anlaşabilseydi Türkiye çelişkilerini daha kolay izah edeceğini düşünecekti, ne var ki gerilim arttıkça ikircikli politikayı sürdürmenin mümkünü kalmamakta, dengeyi bulmak zorlaşmaktadır.

Türkiye hem kendi iç dengeleri hem hayati derecede önemli uluslararası sorunlarının çözümü açısından İslam dünyasının desteğine her zamankinden daha fazla ihtiyacı var. Kuzey Irak sorunundan Kıbrıs meselesine kadar çok da uzak olmayan bir zaman diliminde önüne konacak faturaları tek başına göğüsleyebilmesinin mümkün olmadığını gayet iyi bilmektedir.

Aynı türden açmaz, uluslararası savaş hukuku açısından Miloseviç'ten bir farkı olmayan Şaron'a ev sahipliği yapmakla İslam Konferansı üyesi olmak ya da bölgede barış istemek gibi yan yana konamayacak diplomatik, etik sorun olarak karşısına çıkıyor Türkiye'nin.

İsrail resmi ideolojisini oluşturan vaat edilmiş topraklardan mescidi aksa ve Kudüs'ün statüsüne ilişkin pek çok konuda tatmin edici resmi açıklamalar yapmadığı, resmi devlet politikasını bu yönde düzenlemediği sürece Türkiye'nin "dostlarını birbirine karşı pazarlık konusu" yapmayacağı bir irrasyonel politikayı sürdürmesi mümkün olmayacak ve en son tercih etmek isteyeceği bir ayrım noktasına gelmek durumunda kalacaktır.

Nihai olarak İsrail bölge ülkelerini, Türkiye'yi, İslam dünyasını ve Hristiyan dünyasını ve global olarak uluslararası sistemle yüzleşmek, temel sorulara cevap vermek zorunda kalacaktır. Bunun farkında olan İsrail de bu soruları gündeme getirmeden de facto politikası izlemeyi, istismar ettiği Batı desteğini mümkün olduğu kadar arkasına alarak sorulardan kaçınmayı yeğlemektedir. Türkiye ile İsrail arasındaki tek ortak yön de bu olsa gerek: biri kendi dışındakilerin sorularından kaçarken diğeri kendi kendine sorması gereken sorulardan kaçıyor. Biri uluslararası sorumluluklarından, diğeri kendine düşen tarihi sorumluluklarından kaçıyor.


31 Temmuz 2001
Salı
 
AKİF EMRE


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED