T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Bir yıl Laila'sız!

Ben, hac ve umrenin insanların diğergamlığını, infak duygusunu, merhametini beslediğini, dolayısıyla oraya defalarca gidenlerin sosyal sorumluluğunun, fakir-fukaraya karşı hassasiyetinin daha çok arttığını bilmeme rağmen, ikinci hac ve umre niyeti olanlara "ikinci hac veya umrenizi bu yıl erteleyin, orası için tahsis ettiğiniz miktarı, ülkenin fakir-fukarası için, "Allah yolunda" infak edin" diyebilirim, Eminim ki, bu çağrımın harekete geçireceği pekçok yürek vardır. Çünkü ikinci hac ve umre ile, fakir fukaranın derdine ilgi göstermek, ve "Allah yolunda infak" arasında derin köprüler kurulabilir.

Peki acaba "Laila müdavimleri"ne, "Şu eğlenceleri bir yıl erteleyin, memleket kan ağlıyor. İnsanlar evlerine ekmek götüremiyor. İşsizlik her gün yeni bir evi yokluyor. Laila'da sarf ettiğiniz parayı, hemen öte yanınızda bulunan çöplükte ekmek, pazar yerlerinde çürümüş sebze-meyve toplayanların çocuklarına verin" desem, bunun ulaşabileceği bir adres var mı? "Hiç olmazsa Tele-vole görüntülerine konu olacak davranışlardan kaçının, ceket yakmayın, havaya dolar fırlatmayın, tabak kırmayın, metreslerinizi şampanya ile yıkamayın" dediğimde sesimi kim duyabilir? "Laila'da bir gecede harcadığınız parayla Eğitim Gönüllüleri Vakfı'nın ulaşmak istediği bir milyon çocuktan birisi daha kurtulur" dersem, kimin vicdanına ulaşabilirim?

"Beşiktaşlı Şifo Mehmet'in davranışı Laila'da kaç kişinin yüreğinde farklı kıvılcımların tutuşmasına vesile oluyor?" diye sorsam anlamlı olur mu acaba?

Bir Laila savunmasıdır gidiyor.

"Bu cenaze evinin komşularının dümbelekli düğün yapmasına benziyor" dediğinizde, karşınıza "özgürlük"ten, "istihdam"a kadar bin türlü savunma gerekçesi çıkıyor. Hepsi tamam, ama ya insanlık!

Şu satırları okuyun bir:

"Her şey kokuyor. Açık hava bile kokuyor. Ölüm kokusu mu bu acaba? Hepsi bir deri bir kemik. Gözlerinin içine giren sinekleri kovacak mecalleri bile yok. Her şeyi elleriyle yiyorlar. İkramlarını geri çevirmeye utanıyorum. Yersem mutlaka ölürüm. Çaktırmadan bir başkasına veriyorum. Ama yamuk yumuk maşrapada sundukları, devesütü-çay karışımını geri çeviremiyorum. Onu da içmesem açlıktan onlara benzeyeceğim. 20 günde tam 7 kilo vermişim. Kamp sokaklarında can çekişenleri görünce, hemen gözümü kapatıyorum. Bu dehşet verici görüntülerin, hafızama kazınıp yaşamım boyunca beni rahatsız etmesini istemiyorum. Not alacak o kadar çok şey var ki... İçimden hiçbir şey yazmak gelmiyor. Bundan böyle çöpe yemek artığı atmayacağım. Sadece bizim gazetenin artıklarıyla burada yüzlerce kişi doyar." (Mehmet Yaşin, Gezgin, Hürriyet Pazar, 29 Temmuz 2001)

Bu satırlar Somali'ye ilişkin duyguları anlatıyor. Anasının memesinden kan emen çocukların yurdunu... Acaba Türkiye'de kaç evde Somali gerçeği yaşandığının farkında mıyız? Farkında olsak, gene de Laila'da felekten gece çalmaya gönlümüz razı olur muydu? Bir dilim ekmeğe, ilaca ihtiyacı olan insanları gördükten sonra da, metresler için şampanya patlatılır mıydı?

Mektuplar alıyorum, her biri bir ateş yalımı gibi. "Saraylarda düğün yapanlar Kanal 7'de Deniz Feneri'ni hiç izlemez mi?" diye soruyor insanlar... Onlara söylenecek tek söz "içinize sindirin" demek olmamalı. Bir ülke ki, en fakiri ile en zengini arasındaki fark 66 misline ulaşmış. Hangi yüreği tutarsınız yerinde?

Duyarsızlığın biraz, "gerçeği görmemek"ten kaynaklandığını düşünmek mümkün. Bir fukara evine konuk olmadan, onların yemek sofralarında yokluğun gözlere, çocuk çığlıklarına nasıl yansıdığını görmeden, bir hasta anne-baba çaresizliğini müşahede etmeden, çocuğuna çikolata değil ilaç alamayan bir işsiz babanın kıvranışına tanık olmadan acıların yüreklere yansıması kolay değil. Bir yudum bulanık çay içmek belki, bir çürümüş şeftali yemek, bir sade suya tirit çorbaya kaşık sallamak... Belki bunlar uyarabilir içimizdeki taşları?

Ama bencillik de var, ben merkezcilik de var, Niçe-vari gücü kutsamak, zayıfa "sürünmek onların hakkı" diye bakmak da var... İnsani duyarsızlık var. Hislerin ölümü var. "Bu benim becerim" düşüncesinden yola çıkan Karunsu tutkular var.

İnsanlık, bu aralarda ölüyor.

Ben derim ki, gene de Laila'cılar, Televole konukları pervasızlıktan vazgeçmeli. İnsaniyet ölçümünü bir kere daha gözden geçirmeli.

"Sosyal patlama olur" korkusu ile eğlenceleri sınırlandırmak, onlara insaniyet adına bir artı kazandırmıyor. "Düğün evinin yanında dümbelek çalınmaz" yaklaşımı sadece bir gerçekçiliğin ifadesi olur. Onu da aşmak lazım. İnsaniyet damarı daha ilerdedir. "Ben bu insanlarla insan olarak paylaşmak zorundayım, onların acılarını, kendimin imkanlarını", diye düşünmekle başlar insaniyet damarı...

Sakıp Sabancı'nın "Toyota-Sa'da günlük üretimmmm sıfırrrr." diye ağladığı bir ülke Türkiye... İnsan, biraz yüreği olsa, Sabancı'ya bile ağlar bu ülkede... Günlük üretimi değil, günlük ekmek ihtiyacını düşünen için ne yapmalı?

Onun için diyorum ki, "Bir yıl Laila'sız olsun Türkiye... Bir yıl Televole'siz."


31 Temmuz 2001
Salı
 
AHMET TAŞGETİREN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED