T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Tayyip Erdoğan'a 'soru sormak'…

Cumartesi günü (28 Temmuz) bu köşede yayınlanan "Siz kimsiniz?" başlıklı yazının gördüğü ilgi ve destek, beni dahi şaşırtıcı boyutlara ulaştı. Cumartesi günü başlayan, pazar günü devam eden ve pazartesiye (dün) sarkan 'elektronik posta sağnağı'ndan duyduğum mutluluğu okurlarla paylaşmak isterim ve gösterdikleri duyarlıktan dolayı kendilerine teşekkür ederim.

Benim için özellikle ilginç ve mutluluk verici olan, bir yazıya gösterilen tepkilerin normal sınırlarının bir hayli ötesine taşan bu 'destek mesajları'nın meslek, yaş grubu, coğrafya ve düşünce açısından sergilediği çeşitlilikti. Bu 'destek ve dayanışma mesajları'nı, kamuoyumuzun bilinçliliği ve köşe yazarı kimliğini 'kişilik katli' ve 'provokasyon amaçlı' kullanan zihniyete artık tiksinti duymaya başlamasının bir karinesi olarak algıladım.

Türkiye'ye 'nizamat' verme iddiasında olan 'merkez medya' düşünen ve sorgulayan vatandaşlarımızın ezici çoğunluğuyla artık gelenekselleşen 'ters düşme' tavrını devam ettirdi. Onların algıladığını ya algılayamadı, ya algılamamayı seçti veya işi 'magazin'e dönüştürüp 'sulandırma'ya saptı.

Milliyet, sanki yazının konusu 'Tayyip denir mi, denmez mi'ymiş gibi, koca bir sayfasını 'Tayyip demeli mi, dememeli mi'ye ayırdı ve milletvekili sıfatı taşıyan kişiler bile üşenmeyip cevap verdiler. Hürriyet ise dünkü sayısında bir tam sayfasını 'Tayyip Erdoğan'a soru sorulamaz mı' başlığı altında, yanlış biçimde sunduğu bir tartışmaya açtı. O gazetenin genel yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök 'O Sorular Bal Gibi Sorulur' başlıklı yazısıyla hükmünü zaten vermiş oldu.

Neymiş o 'bal gibi' sorulabilir sorular? Tekrarlayalım:

"Şeriata göre bir erkeğin birden fazla kadınla evlenmesine ne diyorsunuz?

Koca karısını hafifçe dövebilir mi? 'Boşsun!' deyince boşaması caiz midir?

Hırsızların ellerini kesme uygulamasını başlatacak mısınız?

Türkiye'deki şeriat düzeni kurulmasını, bütün aksaklıklarına karşın bugünkü laik düzene tercih eder misiniz? Vs. vs…"

Bu sorular, kimse kusura bakmasın ama 'kabak gibi' sorular ve dolayısıyla 'bal gibi' sorulamazlar. Bu 'bal gibi sorulur' sorulara cevap vermek ise, 28 Temmuz tarihli yazıda belirttiğimiz gibi 'zekice olmayan bir provokasyona düşmek' veya 'bu soruları soranlarla ahmaklık dalgaboyunda buluşmayı kabullenmek' olur…

Yukarıda alıntıladığımız sorulara bakıp, herkes elini vicdanına koyup söylesin: Bu sorularda, iyi niyetten en ufak bir eser var mı?

Bu soruları, 2001 yılının Türkiye'sinde Diyanet İşleri Başkanı'na sorsanız bile, saçma ve anlamsızdır. Türkiye'nin en büyük şehrinde başarılı bir belediye başkanlığı sicili olan ve cari hukuk sistemi içinde bir siyasi parti kurma girişiminde olan birine böyle sorular nasıl sorulabilir? Bu, soru sormak mıdır? Bu, düpedüz, 28 Şubat 'psikolojik savaşı'nı devam ettirmekten başka bir şey değildir. Gelinen noktada böyle bir davranış eğer bilinçli bir 'provokasyon' değilse -ki, olmamasını temenni ederiz- koca bir kamuoyunu 'sersem' yerine koymak ve dolayısıyla halka büyük bir saygısızlıktır.

Hiç kimse ve bu arada biz, ne Tayyip Erdoğan'a, ne de bir başkasına 'soru sorulamaz' diye saçmasapan birşeyi söylemez. Nitekim, söz konusu yazımıza da "Türkiye'nin yakın tarihinde etkili olacağı anlaşılan bir siyasi hareketin ilgi çekmesi, merak uyandırması ve çeşitli sorulara muhatap olması doğaldır. Hele bu hareketin lider figürü, yakın geçmişe dek 'siyasi yasaklı' konumunda olan İstanbul'un eski Belediye Başkanı Tayyip Erdoğan, 'kurucu kadroları'nın önemli bölümü, kapatılan Fazilet Partisi'nin tanınmış isimleri ise, bu haydi haydi öyledir." satırlarıyla başlamıştık.

Bu satırlardan 'Tayyip Erdoğan'a soru sorulamaz' sonucu çıkar mı? Hangi 'zeka' böyle bir sonucu çıkarabilir?

Olsa olsa, 'soru sorulur ve sorulmalıdır' çıkar. Ama, o 'provokasyon soruları' değil tabii ki.

'Nasıl soru sorulacağı'nı öğrenmek isteyen dünkü Radikal'de Neşe Düzel'in yeni partinin kurucularından olacağı sanılan Abdüllatif Şener'le yaptığı mülakatı okusun. Alın birkaç örnek:

"Dinin altını fazlasıyla çizen partilerin özellikle şehirli kadınları tedirgin ettiğini, din adı altında erkeklerin kadınları baskı altına alacağından çekindiklerini herhalde biliyorsunuz. Kuracağınız parti, kadınların yaşamlarına karışmayı düşünüyor mu?

Erdoğan 1996 Eylül'ünde kendisiyle yaptığı röportajda devletin yönetimiyle ilgili olarak 'Bizim getirmek istediğimiz sistem Allah'ın hükümlerine ters olamaz. Bizim referansımız İslam'dır. Bizim getireceğimiz sistem bir defa bu referansa ters düşmeyecek… Devletin yönetimi bu hükümlere ters olmayacak. Yapacağımız şey budur' dedi. Sizin referansınız ne?

(Türkiye'deki) korku ve evhamda payınızın olmadığını söyleyebilir misiniz? Dine çok fazla vurgu yapan siyasi çizgi, karşısında laikliğe çok fazla vurgu yapan siyasi hareketi geliştirdi. İki hareket de demokrasiye hiç vurgu yapmadı. Dine vurgu yapmayı sürdürecek misiniz?

İktidar olursanız IMF ile ilişkileriniz nasıl olacak?

Kürt sorunuyla ilgili çözümleriniz var mı? Anadilde yayın ve eğitim hakkında ne düşünüyorsunuz? Vs. vs…"

Tayyip Erdoğan'a ve arkadaşlarına pekala soru sorulabiliyormuş. Öyle değil mi?


31 Temmuz 2001
Salı
 
CENGİZ ÇANDAR


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED