T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Nehir ve ötesi

"Mâ-verâu'n-nehr", Arapça bir sözcük, "Nehrin ötesi" anlamına geliyor. Ama bu aynı zamanda bir coğrafya terimi. Müncid'deki tanımına bakılırsa Mâveraünnehir (Transoxiane), Arapların Rusya Türkistanı'nda Amu Derya nehrinin Asya'nın ortalarına dek uzanan kuzey bölgesine verdikleri addır.

Muallim Nâcî'nin lügatinde Mâveraünnehir "mülk-i Turan", yani "Turan ülkesidir.

Mükemmel Osmanlı Lügati'nin tanımı hiç de mükemmel değil: "Deryâ-yı Amu." Amu deryâsı!

Temel Türkçe Sözlük'ün tanımı daha eski bir dönemi işaret ediyor: "Ceyhun'un ötesinde olan Soğd ülkesi."

Axis 2000 Ansiklopedik Sözlük, terimin "eski coğrafya"ya ait olduğunu belirttikten sonra, derli toplu bilgi veriyor: "Orta Asya'da, Ceyhun (Amu Derya) ve Seyhun (Siri Derya) arasında tarihi bölge. Bugün Kazakistan, Özbekistan ve Türkmenistan arasında bölünmüştür. Ortaçağda İslâm uygarlığının geliştiği bölgelerden biri olan Maveraünnehir'deki Semerkant ve Buhara kentleri önemli kültür merkezleridir."

Maveraünnehir nedir diye çocuklara soruyorum. Biri önce bir "nehir" olduğunu söylemeye çalışıyor. Ötekiler düzeltiyorlar, Orta Asya'da bilmem hangi nehirler arasında bir bölgenin adı olduğunu az çok çıkarıyorlar.

Ertuğrul Özkök, 29 Temmuz 2001 tarihli Pazar Yazısı'na "Maveraünnehir nereye dökülür" başlığını atmış. Ece Ayhan'ın "çok sevdiği" şiirinden yola çıkarak yazdığı belli. Ama Ece Ayhan'dan aldığı dizeleri okuduğumuzda, sorunun "yanlış soru" olduğunu öğreniyoruz. Şöyle:

"Devlet ve tabiatın ortak ve yanlış sorusu şuydu:

-Maveraünnehir nereye dökülür?

En arka sırada bir parmağın tek ve doğru karşılığı:

-Solgun bir halk çocukları ayaklanmasının kalbinedir."

Doğrusu, ben "yanlış soru"ya "doğru cevap" vermenin imkânından ve anlamından kuşku duyuyorum. Dolayısıyla, "coğrafya dersinden sözlüye kalkan her cumhuriyet çocuğu"nun her şeyden önce "nehir" ile "maveraünnehr"i ayırt etmesi gerektiğini düşünüyorum.

Ertuğrul Özkök, Atlas dergisinin son sayısında yayımlanan "Esir Türkler" fotoğrafına bakarken şunları da görmüş: "İstanbul fesleri, Balkan şapkaları, çorbacı külâhları, Enver Paşa serpuşu enveriyeler, Arnavut külâhları, Kafkas kalpakları, destarlar, şirvan kalpakları, Mevlevî sikkeleri, neresi olduğunu bilmediğim başka külahlar..." (Sanırım "nereli" yerine yanlışlıkla "neresi" denmiş.)

Oysa şapka devrimi ertesinde Ahmet Rasim, "yirmi sene sonra" bu serpuş adlarının ve onlarla yapılan deyimlerin, atasözlerinin unutulacağını, "yerine şapka ile kaskete has meseller, tabirler gelece"ğini yazmıştı. Yirmi sene değil, yetmiş altı sene geçti, Ertuğrul Özkök, beş altı çeşit külâhı tanıyabiliyor.


31 Temmuz 2001
Salı
 
İBRAHİM KARDEŞ


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED