T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Savaş neye yarar?

Bilinir; siyasetin ana eksenini çatışma koşullarında uluslararası ilişkiler oluşturunca, güç merkezli tahlil, tavır ve beklentiler öne çıkar. "Devlet", "siyaset"in önüne geçer; iç sorunlar, iç dinamikler ikinci plana düşer. Devlete endeksli siyaset algısı doğallaşmaya başlar. Toplumdaki görüşler kutuplaşır, kutuplar homojenleşir.

Hele bir de Türkiye gibi, toplum, siyaset ve özgürlükler alanının iyice sınırlı olduğu, "yitirilmiş büyüklük kompleksi" ile "ezikliğe bağlı Türklük takıntısı"ndan beslenen "atarerkil zihniyet"in "refleks haline dönüştüğü" bir toplumda, üstelik "Batı-Doğu kimliklerinin fay kırığı" hattı üzerinde yaşıyorsanız, bu tablo daha da koyulaşır...

Koyulaşınca da tüm iç sorunlar ve zorunluluklar unutulur. Figüran olunan bir güç oyunun içindeymişce bir hava yaratılır. Sıcak toplumsal sorunlar, özgürlük, demokrasi, laiklik, vatandaşlık, yoksulluk sorunları bile bu güç arayışına kilitlenir; beteri alabildiğince bu sorunlar "sil baştan" ele alınıp tanımlanmaya çalışılır. Zira "fayda kartları" yeniden karılır. Siyasi partilerden gazetelere, yazarlardan devlet birimlerine kişilerin ve kurumların çıkarlarından hareketle aldıkları pozisyonlar ile yaptıkları güç analizleri, attıkları demokrasi çığlıkları birbirine karışır.

Bir dönemler, 11 Eylül'ün hemen ardından Türkiye Amerikalılar'dan koyu ABD'cilerin, Afganlar'dan koyu "Üçüncü Dünyacı"ların cepheleştiği bir ülke olmaya böyle ilerledi. Ne var ki bu siyasi ve zihni cephneleşmenin işaret ettiği bir diğer gerçek var:

Bazı istisnalar dışında, taraflar tüm farklılıklarına rağmen "savaş, silah, güç" üçlüsüne endeksli "kimlik ya da millet çıkarı"nı ortak dil kılıyorlar.

Gerek siyaseti gerek zihniyeti açısından yaşadığı ağır bunalımları "savaş, silah, kuvvet mikrobu"ndan, yani güç üzerinden "milli ya da ferdi fayda arama virüsü"nden kapan bu ülke için savaş yine yapacağını yapıyor. Şimdilerde pek hissedilmese bile, bunun seçmen ittifaklarında, asker-sivil, devlet-siyaset, devlet-toplum ilişkilerindeki faturası köklü olacaktır. Aynı manzaranın "ataerkil" zihniyeti beslemesi de keza öyle. Zira ister milliyetçi kültür olsun, ister devletçi; kendisini içeriden dönüştürerek üretemeyen bir yapı, dış girdilerle kendisini yırtarak, parçalara bölerek olduğu gibi üretiyor. Ve bu koşullarda hem siyasal alanda hem toplumsal alanda "özgürlükler zemininin biraz daha kayması" kaçınılmaz görünüyor.

Evet, savaş daha önce ne yaptıysa, yine onu yapacaktır:

İnsan canı gücün değeri haline getirilecek, gücü ifade eden kurşun candan daha değerli hale gelecektir.

Bir bombaya alkış tutanlar, öteki bombaya lanet okuyacaklar. Siyasi ve sosyal gerçeği her zaman olduğu gibi konuşma ve açıklamalar değil, bu algı oluşturacak Ve yine böyle cepheleşilecek.

Bilin ki, cepheleşmelerin en vahim yönü, bizzat, şiddeti meşrulaştıran cepheleşmenin kendisidir. Her kültür bu tahribatı siyasetiyle, aydınıyla, kurumlarıyla en aza indirmek zorundadır.

Türkiye ise bu korunmanın araç ve mekanizmalarından tümüyle uzak duruyor.

Ne yazık ki bu ülkede; rehaf, demokrasi ve ilkenin getireceği "gerçek güç" ile çatışma, otoriterleşme, milliyetçiliğin getirdiği "hayali güç" arasındaki kopuşu bir kez daha yaşıyoruz.

Ve bir bayram döneminde yanıbaşımızda çıkacak savaşı ve bunun muhtemel faydalarını konuşuyoruz…

Kolay gelsin…



7 Aralık 2002
Cumartesi
 
ALİ BAYRAMOĞLU
ALİ BAYRAMOĞLU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat| Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED