T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

K R O N İ K  M E D Y A
Babahan'a yanıt Uluç'tan geldi...

Sabah gazetesi yazarlarından Hıncal Uluç, gerçekten de aklından geçenleri eğip bükmeden, dobra dobra yazabilen bir köşeyazarı.... Aranızda belki (az da olsa) bilmeyenler vardır diye şunu da hatırlatalım: Uluç da bir Mülkiye'li...Aranızda "Ne var bunda, bütün bunlar Arslan Amca masalının bir uzantısı değil mi?" diye homurdananlar varsa, hiç şüphesiz onlar da haklı...

Kronik Medya'da da birkaç kez söz edilmişti; Sabah gazetesi genel yayın yönetmeni Ergun Babahan'ın "Hafta başı" yazılarının neredeyse tamamı "medya yazıları" niteliğinde. Babahan'ın artık neredeyse bir "dizi"ye dönüşen bu yazılarında –yine hatırlatmıştık- "iyi" şeyler de yer alıyor, gereksiz hatırlatmalar da... Ancak Babahan'ın 2 Aralık tarihli yazısı gerçekten 10 üzerinden 10'luk bir yazıydı. Sabah genel yayın yönetmeni bu yazısında gazetesinin "karşı grup"la yürüttüğü para pul meselesini bir yana bırakmış, "tarih" içindeki gelişimini de dışarıda bırakmadan "Türk medyası"nın "öznitelikleri"ni sıralamayı seçmişti. 2 Aralık tarihli bu yazıda şöyle güzel tespitler yer alıyordu:

"Türkiye'nin büyük basını, türban, dil yasağı, yakılan ve boşaltılan köyler gibi 'tehlikeli' konulardan uzak durmuştur. (...) Açık bir yasal yasaklamanın olmadığı konularda bile basın kendini tutmuştur. (...) bunun da en temel nedeni, özünde liberal olması gereken basının Türkiye'de devletçi bir tutum takınmasıdır. (...) Bu coğrafyada basın, toplum-devlet çatışmasında, iki çıkarın çekişmesinde tavrını hep devletten yana koymuştur. Bunun nedeni, Cumhuriyet'in ilk yıllarında kuruluş psikolojisinin devlet eliyle oluşturulması, sonrasında da gazetenin temel tüketicisinin memur kökenli olmasıyla açıklanabilir belki. (...) Her olayda askeri siyasetin içine çeken bir tavır alarak, askeri zaman zaman zorlayarak Avrupa Birliği'ni savunmak, basın özgürlüğünü savunmak mümkün değildir. (...) Her fırsatta sivil siyaseti aşağılamaktan, askeri her fırsatta sivil siyasetçiye fırça atar konuma sokmaktan kaçınmayı öğrenmemiz gerekiyor..."

İşte şahitsiniz, gerçekten güzel satırlar....

Ancak Sabah gazetesi Babahan'dan ibaret değil tabii ki... Bu gazetenin bir de Hıncal Uluç'u var; ilgi ve bilgi alanına giren konular itibariyle geniş mi geniş bir "yelpaze"de (bu kadar "geniş"ine "yelpaze" demek de doğru değil ama neyse...) kalem oynatan ünlü yazarı Uluç'u var...

Nitekim Babahan'ın bazı satırlarını aktardığımız yazısının üzerinden hepsi hepsi ancak bir gün geçti ki, Uluç, kalemi eline aldı. Bu aceleciliğin nedenini tahmin etmişsinizdir; tabii ki Babahan'ın yazısında eleştirilen "basın-asker" ilişkisi nedeniyle! Hatırlıyoruz; Uluç, üç beş gün önce de benzer bir yazı yayımlamış, ancak biz "Uluç'tur ne yazsa yine Uluç'tur!" diyerek ciddiye almamış ve mankenler, müzik ve futbol dünyasıyla yakından uzaktan ilgisi olmayan bu farklı "içerik"i kendisiyle tartışmaktan uzak durmuştuk... Ama şimdi iş değişti; ısrarlı tavrını madem ki genel yayın yönetmeniyle polemik yapacak derecede geliştirdi, artık hakkında iki laf etmek farz oldu!

Uluç, "Asker üzerinden muhalefet.." başlıklı yazısında bakın neler diyor: "Asker, bugün ülkede iktidardan farklı düşünenlerin seslerini etkili duyurmanın tek yoludur. Üstelik yasal... Anayasal... Milli Güvenlik Kurulu. Bir anayasa kuruluşudur. (...) (MGK'da) Değişik şeyleri söyleme durumunda olanlar AKP iktidarının ve hükümetinin üyesi olmayanlardır. Kimdir bunlar? Askerler.. Yani muhalefetin görüşünü, farklı düşünceleri Milli Güvenlik Kurulu aracılığı ile hükümete uluaştıracak tek etkili yasal, anayasal yol, askerlerdir. Asker üzerinden muhalefet yapmak, belki de günümüz koşullarında mümkün olan tek demokratik yoldur. TRT'nin yok edilmesinin nelere mal olacağını, ben sanayicilere teslim olmuş politikacılara anlatamam. (...) Peki ben TRT'nin fevkalade stratejik bir kuruluş olduğunu, mutlak ama mutlak yaşaması gerektiğini nasıl anlatacağım, nasıl tartışmalarını sağlayacağım? Askerler üzerinden... Onların dikkatini çekebilirsem, onları inandırabilirsem konu, hükümete tavsiye yapma durumundaki Milli Güvenlik Kurulu'nda görüşülebilir. Sesini bir Anayasal kurulda duyurmak, sanırım her Türk vatandaşının tartışılmaz hakkıdır...."

Görüyorsunuz, Hıncal Uluç, gerçekten de aklından geçenleri eğip bükmeden, dobra dobra yazabilen bir köşeyazarı.... Aranızda belki (az da olsa) bilmeyenler vardır diye şunu da hatırlatalım: Uluç da bir Mülkiye'li...Aranızda "Ne var bunda, bütün bunlar Arslan Amca masalının bir uzantısı değil mi?" diye homurdananlar varsa, hiç şüphesiz onlar da haklı! (K.B.)

Vatan bilgi mi veriyor, poliçe mi pazarlıyor?

4 Aralık tarihli gazeteler içinde Vatan'ın manşeti başbaşkaydı; diğerlerinin hemen hepsi ABD Savunma Bakan Yardımcısı Wolfowitz ve Dışişleri Bakan Yardımcısı Grossman'ın pek önemli Ankara ziyaretiyle meşgulken, Vatan "Özel emeklilik başlıyor" manşetini tercih etmişti. Ne diyebiliriz, bunun da vardır mutlaka bir hikmeti!

Vatan, manşetin dışında konuya iki "ekonomi" sayfasından birisinin de neredeyse tamamını ayırmış. Bu sayfanın "Özel emeklilik 2003'te başlıyor" şeklindeki manşetinin altına da "28 Soruda Bireysel Emeklilikle İlgili Merak Edilen ve Bilinmesi Gerekenler" başlığıyla uzunca bir soru/cevap metni yerleştirilmiş. Gerçekten gürülmeye ve baştan sona okunmaya değer bir soru/cevap metni... Öyle "eğlenceli" ki, gazetenin derdinin bilgi vermek mi, yoksa poliçe pazarlamak mı olduğuna karar vermek gerçekten zor!

İşte size, yerimizin izin verdiği ölçüde birkaç soru ve birkaç cevap:

Soru: "Peki bu sisteme girenler, SSK ve Emekli Sandığı veya Bağ-Kur'dan çıkmak zorunda mı?"

Cevap: "Hayır. Hem devlete bağlı şirketlere bağlı kalıp, hem de bireysel emeklilik sistemine katılabilirsiniz."

Soru: "O zaman her ikisinden de emekli olabileceğim..."

Cevap: "Aynen öyle..."

Soru: "Daha yüksek maaş dediniz. Bu sistemde maaşlar sabit değil mi?"

Cevap: "Hayır. Sistem, katılımcıların ödediği paraların belli bir havuzda toplanıp değerlendirilmesi ve sağlanan kâra göre dağıtılması esasına dayanıyor."

Soru: "Yatırım fonları gibi..."

Cevap: "Bravo... Aynen yatırım fonları gibi."

Soru: "Anlattığınıza göre bu iyi bir sisteme benziyor..."

Cevap: "Evet. Bu sistemi dünyada en iyi uygulayan ülke Şili. Hatta Güney Amerika'da pekçok ülke krize girerken Şili bu sistemle kendini korumayı başardı. Uzun vadeli bakıldığında Güney Amerika'da gelir düzeyi en yüksek olan emekliler Şili'de yaşıyor."

Görüyorsunuz, gerçekten de, elindeki poliçeleri satabilmek için kapınızı çalmış bir pazarlamacı ağzı değil mi bu? "Aynen öyle"li, "Bravo"lu, "Evet ama uzun vadeli bakıldığında"lı, "Şili"li bir pazarlama dili... Bu "soru/cevap"ın biraz fazla hızlı geçtiği "cevaplar" barındırdığına da hatırlatalım. 10 yıl prim ödemeden sistemden çıkmak isteyenleri bekleyen "birikimler"in hiç de açık seçik cevaplanmaması gibi; Türkiye gibi "Borsa"sında kırk tilkinin kuyrukları birbirine değmeden dolaşabildiği bir ülkede "hisse senedi ağırlıklı" yüksek riskli fonların "getirisi"nin başına neler gelebileceğinin cevaplanması gibi...

Vatan'ın bu "Bireysel Emeklilik" kampanyasında yer alan şu "soru/cevap" ise bizce en eğlencelisi:

Soru: "Devlet bu sistemi teşvik edeyor mu?"

Cevap: "Evet, vergi desteğiyle teşvik ediyor. Diyelim ki SSK'lısınız ve maaşınız 500 milyon lira. Bireysel emekliliğe girdiniz ve ayda 100 milyon lira ödüyorsunuz. Devlet ödediğiniz..."(!)

Haksız mıyız, en eğlenceli "soru/cevap" bu değil mi? "Diyelim ki SSK'lısınız ve maaşınız 500 milyon lira..." Siz söyleyin, 500 milyon maaşın "diyelim ki"si filanı olur mu?! (K.B.)

Bu da Sabah'ın bir katkısı olmasın!

ABD heyetinin Ankara'da yaptığı temaslarda neler konuşulduğu, neler istendiğine ilişkin haberler herkesin malûmu. Bu çerçevede bizim başka hiçbir gazetede karşılaşmadığımız bir haber de Sabah'ta (4 Aralık) yer alıyor: "Türkiye'den ABD'ye: Üsleri açarız ama İngiliz askerine hayır". Sanmayın ki öyle bir köşeye sıkışmış ufak tefek bir haber; bu ifade öylece "orta sayfa"nın manşetine yerleşmiş. Sabah gazetesi altbaşlıkta da ısrar ediyor: "ABD heyeti askeri talebini gündeme getirdiğinde Türk tarafı da isteğini söyledi: Tarihteki kolonicilik faaliyetlerinden dolayı İngiliz askerlerini topraklarımızda istemiyoruz".

Şaşırtıcı değil mi, bu özel istek de nereden çıktı şimdi?

Hadi şimdi gelin, "Türk tarafı"nın "kolonici İngilizler"e karşı koyduğu bu şart karşısında ABD heyetinin aklından neler geçmiş olabileceğini tahmin edelim. Bizim tahminimiz şöyle: "Sözü mü olur, isteğiniz bu olsun!" (K.B.)


6 Aralık 2002
Cuma
 
YÖNETENLER: Kürşat Bumin
Alper Görmüş


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat| Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED