|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer (ANS), Türk siyaset iklimine hiç ihtiyacı olmayan yeni bir gerilim unsuru hediye etti. Anayasa'nın 76., 78. ve 67. maddelerindeki değişikliği düzenleyen yasayı veto etmesinin 'pratik sonucu' budur. Cumhurbaşkanı'nın 'hukuki denetim yetkisi' elbette 'anayasal hakkı'dır ama bu 'yetki'yi ne zaman, kime karşı, niçin ve nasıl kullandığı da 'kamu vicdanı'nın 'denetimi' altındadır ve Ahmet Necdet Sezer, bu son tasarrufu ile kamuoyundan destek elde etmemiş, tersine itibarını kemirtmeye başlamıştır denebilir. Anayasa'nın söz konusu maddelerindeki değişiklikleri, sadece Ak Parti, TBMM çoğunluğuna dayanarak alelacele, hukuk kurallarını bir kenara iterek çıkartmış olsaydı; Cumhurbaşkanı'nın, Ak Parti'nin yüzde 34'ünün karşısındaki yüzde 65'inin 'müfettişi' rolünü üstlenerek, -bunun haklılığı ve doğruluğu dahi tartışma götürür- böyle bir 'tasarruf'a gitmesinin, bir nebze anlaşılır bir yanı olabilirdi. Ama, Anayasa'nın o üç maddesindeki değişiklikler, Ak Parti ile CHP'nin ortak oylarıyla çıkmıştır. Yani, Cumhurbaşkanı, attığı bu adımla koca TBMM'ye karşı tavır almış oluyor. Üstelik, bu TBMM, henüz bir buçuk ay önce oluştuğu için, herhangi bir 'temsil' ya da 'meşruiyet krizi' ile yüzyüze değildir. Oysa, Ahmet Necdet Sezer'in 'meşruiyetini elde ettiği' parlamentodaki hiçbir parti, Ahmet Necdet Sezer için Mayıs 2000'de kalkan parmakların ezici çoğunluğu, 3 Kasım 2002'de seçilemediler. Sezer'i Çankaya'ya önerenler, yüzde 1'ler dolayında gezindiler. Dolayısıyla, Sezer'in, kendisine ilişkin 'meşruiyet tartışması' açtırtacak gereksiz davranışlardan sakınması gerekiyor. Sezer, 'popülaritesi'ni, halkın gözünden düşen 'siyaset sınıfı'na teslim olmamasından, hukuku özeninden aldı. Onlara benzemeye başlaması ve hukuka özensizlik, o aldığı 'popülarite'yi götürebilir ki, bu temenni edilmez. Bunun, '2002-2004 hattındaki Türkiye'ye bir yararı yoktur. Sezer'in 'veto gerekçesi'nin değişiklikleri 'kişiye özel' bulmasından kaynaklandığı açıklandı. 'Kişiye özel', yani Recep Tayyip Erdoğan'a (RTE)özel olduğunu kastediyor. Eğer, söz konusu olan 109.madde değişikliği olsaydı, bu 'itiraz'ın bir ölçüde 'kabul edilebilir' bir yanı olabilirdi. Zaten, 109. madde değişikliği gündeme getirildiğinde, Sezer, 'kişiye özel düzenlemelerden kaçınılması' önerisinde bulunmuştu. Ama, değişikliğe konu olan maddelerden yararlanacak olan sadece Tayyip Erdoğan değil. 'Hukukçu Cumhurbaşkanı'nın, 'hukuki gerekçesi'nin 'hukuki isabeti'nin sorgulanır olması, hem kendisi, hem işgal ettiği makam açısından talihsiz bir gelişmedir. Kaldı ki, Cumhurbaşkanı Sezer'in 'vetosu' tam anlamıyla, 'kişiye özel' bir veto olarak algılanmıştır. Bu konuda, iki gün üstüste BBC'den Reuters'e çeşitli ve etkili medya kanallarından sağnak halinde üzerimize yağan sorulardan bunun böyle olduğunu gayet iyi biliyoruz. Ahmet Necdet Sezer'in bu davranışı, Tayyip Erdoğan'ın 'Başbakanlık yolunu tıkamak girişimi' olarak algılanmaktadır. Ve, bunu haksız ve yersiz bulmak da herhalde imkansızdır. Üstelik, Sezer'in kararının 'hukuki gerekçesi' sağlam bulunmadığı için, buna 'siyasi gerekçe' aranmakta ve sorular genellikle 'Sezer, askerlerin sözcüsü olarak mı, böyle bir adım atmıştır' şeklinde sorulmaktadır. Bu hükmün, belirli bir haksızlığı yansıtıyor olması ihtimali kadar, Türkiye Cumhurbaşkanlığı makamının saygınlığını zedeler yönü de ortadadır. Bu makamın saygınlığına en fazla titizlik göstermesi gereken kişinin, o makamı işgal eden kişi olduğu da tabiidir. İşin en ironik yönü ise, son bir ay içinde, Amerika ve Fransa Cumhurbaşkanları düzeyinde kabul gören ve bu tür dünya liderleriyle Türkiye gündeminin ve uluslararası gündemin bir numaralı meselelerini 'Türkiye'nin bir numaralı temsilcisi' konumuyla ve bu konumuna ilişkin 'halktan aldığı yetki'yle konuşan Tayyip Erdoğan'ın, Türkiye'nin Cumhurbaşkanı tarafından 'ebedi suçlu' muamelesinin konusu haline sokulmasıdır. Cumhurbaşkanı'nın, bu kararında salt hukuka dayalı gerekçelerle hareket ettiğini düşünmekte zorlananlar arasındayız. Sezer'in, 'vetosu'nu kullanmadan önce, meslektaşı, eski Yargıtay Başkanı Doç. Dr. Sami Selçuk'un 'Yargının Hukuk Sınavı-Türkiye'nin Demokrasi Sınavı' başlıklı ve tam da Tayyip Erdoğan'la ilgili 'hukuk ve yargı süreci'ne ilişkin kitapçığını okuyup okumadığını da merak ediyoruz. Zira, yargının hukuk, Türkiye'nin demokrasi 'sınavı'ndan geçemeyenler arasında, eski Anayasa Mahkemesi Başkanı'nın da yer almasını istemiyoruz. Anayasa'nın o üç maddesindeki değişiklik, önümüzdeki birkaç gün içinde, muhtemelen, aynen Cumhurbaşkanı'nın önüne konacak. Sezer, ya bu kez imza atacak ve değişiklikleri yürürlüğe sokacak veya imza attıktan sonra Anayasa Mahkemesi'ne başvuracak ya da Türkiye'yi bu konuda referanduma götürecek. Bu son yol, kendisi açısından, en 'tehlikeli'si. Çünkü, bu, Sezer'in 'kendi referandumu'na dönüşebilir ve Sezer (ve kimi temsil ediyorsa) çok muhtemeldir ki, böyle bir referandumu kaybeder. En zayıf seçenek, o yüzden, bu son seçenek. Herşeye rağmen, Türkiye'de AB yolunda daha Anayasa ve yasa değişiklikleri konusunda yapılacak çok şey var; bunlar arasında daha en baştakilere ve 'en gereklileri'ne 'Sezer engeli'nin çıkartılması, Türkiye'nin yakın geleceğinin ciddi bir 'kutuplaşma'ya konu olacağının sinyalini veriyor. Bu kaygı verici durum, köklü biçimde, nasıl aşılabilir? Günlerdir vurguladığımız hususun yerine getirilmesiyle. Yani, 'iktidar olmak'la, 'iktidar kullanmayı bilmek'le, 'iktidar olmaktan korkmamak'la, TBMM'de 363 sandalyelik bir güç bulundurulduğunun 'kıymetini bilmek'le, bu 'güç'ü kullanmayı bilmekle ve Ak Parti'nin, 'zengin evine gelin gelmiş yoksul kız psikozu'ndan artık kendini kurtarması ile. Ak Parti, hükümet kurarak değil; iktidar olarak, hem Türkiye'nin 'demokratikleşme sorunu'nu ve hem de bizzat 'kendi sorunu'nu çözebilecektir.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat| Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |