T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

K R O N İ K  M E D Y A
Gazetelerde 'zirve' ve 'açıklama'

Önceki gün (18 Aralık) Ankara'da iki önemli gelişme yaşandı. Birincisi Irak ve Kıbrıs meselesinin "masaya yatırıldığı" (âdet olduğu üzere biz de böyle diyoruz ama söz konusu şeylerin nasıl "masaya yatırıldığını" bugüne kadar doğrusu biz de anlamış değiliz!)" "Çankaya zirvesi," ikincisi ise "Dışişleri'nin açıklaması". Söz konusu "gelişmeler"in önemi tabii ki gündem maddelerinden ileri geliyordu. İsterseniz bu arada şunu da hatırlayalım: Bu gelişmelerden ikincisi, yani "Dışişleri açıklaması" olarak adlandırılanı "bize özgü" bir özellik taşımaktadır. Dikkat ederseniz, Dışişleri Bakanlığı çıkışlı bu "açıklamalar"ın, diğer bakanlıklar gözden geçirilince bir benzeri daha yoktur. Bu ülkede benzer biçimde mesela bir "Bayındırlık açıklaması" ya da "Ulaştırma açıklaması" gibi bir gelişmeyle karşılaşılmaz. Dışişleri dışındaki bakanlıklarla ilgili açıklamalar, ilgili bakanlığın başında bulunan bakanlar ya da müşteşar gibi ikinci adamlar tarafından yapılır. Ama "Dışişleri" söz konusu olduğunda durum –aynen dünkü gelişmede olduğu gibi- bambaşkadır. Burada bakanın ya da müşteşarın adını genellikle göremezsiniz; açıklama "gizli bir özne" tarafından, yani "Dışişleri" tarafından yapılmaktadır! Yani öyle bir durumdur ki, sanırsınız ki söz konusu "açıklama", tamamen "soyut" bir özne tarafından kaleme alınmıştır. "Dışişleri", hepsi bundan ibaret... Hatta, önceki gün yaşanan gelişmede olduğu gibi, Dışişleri Bakanı'nın söz konusu "açıklama"dan haberdar olup olmadığı bile meçhuldür. Bakın bu "meçhul"ü, arkadaşımız Cengiz Çandar dünkü yazısında ne güzel yorumluyordu:

"1- (Açıklama) Eğer, Başbakan Adbullah Gül ve Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış'ın bilgisi dahilinde yapılmışsa, bunun anlamı, Ak Parti hükümetinin Ankara bürokrasisine, 'devlet'e teslim olması demektir. Ak Parti'nin 'iktidarsızlığı'nın ilanı demektir. Ak Parti hükümetinden 'değişim' beklentisi pek kısa sürmüş ya da sürecek demektir.

2- Eğer, Başbakan Abdullan Gül ve Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış'ın bilgisi dahilinde yapılmamışsa, öyleyse Ak Parti hükümetinin iktidarına yönelik bir oldu-bitti, bir 'bürokrasi komplosu' tezgahlanmış demektir...."

Bize göre de (kayırır gibi olmayalım!) Ankara'da önceki gün yaşanan iki önemli gelişmeyi ertesi gün okurlara en iyi açıklayan yazı Çandar'ın yazısıydı. "Ak Parti: Kıbrıs sınavından 'Kıbrıs tuzağı'na mı?" başlıklı bu yazı, gerçekten de karşımızdaki manzarayı en doğru biçimde tasvir eden yazıydı. Peki ya diğer gazetelerde hava nasıldı? Şimdi de isterseniz bu havalara kısaca göz atalım:

Biz dün gazeteleri önce kabaca iki gruba ayırdık. (Bu tasnife Yeni Şafak'ı sokmadık.) Geleneğe uyarak "şahinler" olarak adlandıracağımız birinci gruba şu gazeteler giriyordu: Akşam, Vatan, Star, Milliyet (ve 'tabii ki) Cumhuriyet. "Güvercinler" grubu ise şunlardan oluşuyordu: Radikal, Sabah ve Hürriyet. Daha sonra "şahinler"i de kendi içinde ikiye ayırdık: "Bir ileri iki geri" ilerleyen şahinler, yani Milliyet ve Star (bugünlük!) ve "hep ileri" ilerleyen şahinler, yani Akşam, Vatan ve Cumhuriyet.

"Şahinler"den başlayalım: Cumhuriyet'i özel durumunu dikkate alarak saymazsak, 19 Aralık tarihli gazetelerin en "şahin"i Akşam'dı. Akşam gazetesi manşeti tabii olarak Hablemitoğlu cinayetine, sürmanşeti (yine tabii olarak!) Kemal Derviş ile röportaj dolayımıyla BBDK'nın yıpratılmasına ayırdığından dolayı Kıbrıs meselesine birinci sayfasında yer ayıramamış olsa da, içerde çok güzel "dizayn" ettiği bir tam sayfayla işin hakkını teslim etmişti doğrusu. "Denktaş'a destek" manşetiyle süslenmiş bu sayfada hem "Zirve" ve "Açıklama" hakkında bilgi veriliyor, hem de Yunanistan Başbakanı Simitis'in ve Prof. Mümtaz Soysal'ın açıklamalarına geniş yer verilerek okurlar için konu daha derli toplu bir hale getiriliyordu. Simitis "Helenizm'de yeni bir sayfa açıldı" derken, Soysal, "Müdahale etmediğimize şükretsinler"(!) açıklamasıyla neredeyse bütün dünyaya meydan okuyordu. Akşam'ın Kıbrıs sorununa ayırdığı bu sayfada göze çarpan bir başka önemli nokta da, gazetenin reklam bölümünün bir "münasebetsizliği" sonucu sayfanın sağ alt köşesine yerleştirelen şu reklamdı: "'Rahatınızı ertelemeyin' Hemoroid tedavisinde LAZER (Nd-YAG) /Medipol" Münasebetsiz bir rastlantı işte....

Akşam'ın "Çankaya zirvesi" ve "Dışişleri açıklaması" karşısındaki tavrını, tutumunu daha iyi anlayabilmek için, gazetenin Ankara temsilcisi Nuray Başaran'ın köşeyazısına da göz attık. Başaran'ı seçmemizin nedeni, ismi üzerinde "Ankara temsilcisi" olması. Çünkü bize göre de, gazetelerin Ankara temsilcilerinin köşeyazılarını sadece yazarlarını bağlayan yazılar olarak değerlendirmek yeterli değildir; bu "temsilciler", adı üzerinde gazete temsilcileri oldukları için, sergiledikleri görüşler tabii olarak gazetelerini de bağlamaktadır. (Sanırız sırada Fikret Bila'nın olduğunu anlamışsınızdır!) Başaran'ın yazısını işte bu "perspektif"ten okuyor ve değerlendiriyoruz:

Başaran, biraz uzatarak sözü önce Dışişleri Bakanı'na getiriyor: "Namazın kazası mümkündür ama Dışişleri misyonunun hatalarının 'Kazası' mümkün değildir. Baksanıza tüm Yunan gazetelerinde 'Türk Ordusu'nun işgalci konumu' manşetlerde. Niye? 'Niye' diye sormayın. Çünkü Sayın Yakış, 'Ortadoğ diplomasisi ağzıyla' 28 Şubat'tan sonra TSK'nın işgalci konumuna düşebileceğini deşifre etti. Başka bir deyişle, en güçlü silahını düşmana teslim etti. Her meslek ve görevde ihanet ile hata ayırt edilebilir. Ve farklı değerlendirilebilir. Ama dış politikada ikisinin de adı aynıdır: 'İhanet' "(!)

Görüyorsunuz, Akşam'ın Ankara temsilcisinin "İstiklal Mahkemeleri"ni kurmasına az kalmış! Hepsi bu kadar da değil; şu sözler de Ankara temsilcisinin: "İyi ki, devlet yönetimi sadece politikacıların tekelinde değil! Teyakkuz halinde, yarınları 24 saat bekleyen devlet kurumları var. Zaman kaybettirmeden dünkü 'Köşk Zirvesi' böylesi bir olaydır. Cumhurbaşkanı Sezer önce tek tek, sonra birlikte gerçekleştirdiği görüşmeleriyle herkesin ayağının suya değmesini sağlamıştır. (...) Kendimiz olmayacaksak, kolumuz bacağımız budanacaksa, AB'de olmanın ne anlamı var? Kıbrıs'ın Anavatan'dan koparılışı, kolun bacağın vücuttan koparılışından farklı mı? Siz 'Acil Eylem Planı' deyip durun. Ve iyi niyetle çırpınıp durun. 'Bir çorapla dolaşın' Sayın Yakış'ın yakışıksız bir demeci işleri karıştırıverir. Alın size yeni bir 28 Şubat!..."

Tabii ki emin değiliz; ama bizim tahminimiz, Başaran'ın köşeyazılarını "Onuncu Yıl Marşı" eşliğinde yazdığı yolundadır....

Vatan'a gelince: Gazetenin "Zirve" ve "Açıklama"yla ilişkin haberlerinin güvenilirlik derecesi daha haber başlıklarından itibaren ortada... "Zirve" haberinin başlığı şöyle: "Özkök: Hiç yakışmadı Sayın Yakış". Gazete "Açıklama"yı ise okurlarına şu başlıkla duyuruyor: "AB'nin Kıbrıs kararını tanımam"(!) Haddinden fazla "sakat", doğrudan okurlarını iğfal etmeye yönelik başlıklar bunlar. "Zirve"ye ilişkin haberde ön plana çıkarılan husus tamamen kafadan uydurma... "Çankaya zirvesi"nde Genelkurmay Başkanı'nın Dışişleri Bakanı Yakış'a sitem/hakaret karışımı bir söz ettiğinden Vatan'ın dışında hiçbir gazete söz etmiyor. Hatta tam tersine, bütün gazeteler (Cumhuriyet dahil), "Zirve"den sonra Cumhurbaşkanı adına açıklama yapan Tacan İldem'in, Yakış'ın toplantıda bir eleştiri alıp almadığı yolundaki bir soruya "Hayır. Görüşme çok içten bir ortamda tam bir anlayış havasının egemen olduğu bir havada geçmiştir" şeklinde cevap verdiğini yazıyor. Hatta hatta, yine gazetelerden, Başbakan Gül'ün benzer bir soruyu "Hayır. Kimden uyarı gelebilir ki?" şeklinde cevapladığını da öğreniyoruz. Vatan'ın durduk yerde "mesele çıkarmaya" pek hevesli olduğu apaçık. Vatan'ın "Açıklama"ya ilişkin attığı "AB'nin Kıbrıs kararını tanımam"(!) başlığı da hiç "masum" değil. Dikkat ederseniz, gazete Dışişlerini'nin açıklamasını "birinci tekil şahıs" üzerinden duyuruyor. "Tanımam"! Sanırsınız ki, "Dışişleri" denilen yerde "birisi" var ve gerektiğinde açıklama yapıyor!

Milliyet'i "bir ileri iki yeri" ilerleyen "şahinler" arasına yerleştirmiştik. Bunun nedeni, Milliyet'in "zirve" ve "açıklama" gelişmelerinin üzerine çok gönüllü olarak atlamamış olması. Ama bu gazetede de öyle bir "Ankara temsilcisi" var ki -Başaran örneğinde olduğu gibi- bu "temsilci"nin yorumunun da gazeteyi bağlayıp bağlamadığını sormak hakkımızdır. Fikret Bila, her zaman ki "soğuk" üslubuyla olup biteni bize öyle cümlelerle özetliyor ki, sanırsınız ki ortada "olağanüstü" hiçbir durum yok; herşey her zaman olduğu gibi ve olması gerektiği gibi yolune devam etmektedir... Zaten Bila, yerleştiği zaman dilimini bir an için bile olsa terketme niyeti taşımayan bir temsilci; o "Tek Parti" Ankara'sının temsilcilerinin günümüz basınına bir armağanı adeta... "Dışişleri açıklaması"nın biraz "gecikmeli" de olsa pek çok "kuşkuyu" dağıttığını söylüyor. Kopenhag zirvesi sonrasında ortalığı kaplayan "ver-kurtul, bu fısatı kaçırma" fikrini işleyen kampanyalarının üzerine Ankara çıkışlı "kafa karıştırıcı" açıklamalar da eklenince, Türkiye'nin eli çok zayıflamış görünüyormuş; bu "açıklama" ilaç gibi gelmiş... Ankara AB'nin Kıbrıs'la ilgili kararını tanımadığını "kayda geçerek", epeyce yol almış... "Açıklama"nın "Zirve" öncesinde yapılmasının da anlamı büyükmüş; böylece "Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Genelkurmay Başkanı'nın katıldığı zirveden sonra bu açıklamanın yapılması bir zorlamaya dayandığı izlenimini vereceği için, önce yapılmasının uygun görüldüğü anlaşılıyor."(!) Yani böylece, adına "Dışişleri" denilen kurumun adları sayılanlardan tamamen bağımsız olduğu bütün dünyaya kanıtlanmış oldu!

Gazetelerin "Zirve" ve "Açıklama"ya ilişkin haber ve yorumlarını okumak için sizde sabır kaldı mı bilmiyoruz; ama açıkcası bizde tükendi! Dolayısıyla bu bahsi de burada noktalıyoruz. Sabrınızı ve sabrımızı zorlayarak belki şu küçücük ilaveyi yapabiliriz: Cumhuriyet'ten (19 Aralık) Cüneyt Arcayürek, Kıbrıs sorunundan söz ettiği yazısında Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan'dan bakın nasıl söz ediyor: "(...) Bu olasılıklara göre Denktaş'ın görüşlerinde; Annan'ın kara yüzünü ak eyleyecek köklü bir değişiklik neden olsun?" Aferin aferin! Aynen devam... (K.B.)

Son cinayette gazete başlıkları

Necip Hablemitoğlu'nun iş dönüşü evinin önünde vurularak öldürülmesini gazetelerin nasıl sunduğunu kayda geçirmek istiyoruz... Bu cinayetin haberini sunarken, gazetecilerin özel bir hassasiyet göstermeleri gerektiğini sanırız uzun uzun anlatmaya gerek yok; neden böyle olması gerektiğini anlamak için Türkiye'nin faili maçhul cinayetler tarihini göz önünde bulundurmak yeter. O nedenle sadece sunumları aktarmakla yetiniyoruz...

Hürriyet: "Derin suikast... Devletin hassas olduğu konularda araştırmalarıyla tanınan Doç. Necip Hablemitoğlu vurularak öldürüldü..."

Akşam: "Terör yine sahnede... Huzura kurşun... Terör, huzur ortamına bir kez daha kan bulaştırdı..."

Zaman: "Ankara'da menfur suikast... Cinayetin 'profesyonelce' işlendiğinde birleşen uzmanlar. Türkiye'nin kaosa sürüklenmeye çalışıldığına işaret etti..."

Star: "Ankara'da suikast..."

Sabah: "Tanıdık suikast..."

Milliyet: "Derin cinayet"

Yeni Şafak: "Karanlık suikast.."

Cumhuriyet: "Başkentte kanlı pusu..Şeriatçıların hedefiydi..."

Habertürk: "Esrarengiz suikast.."

Radikal: "Hablemitoğlu öldürüldü..."

Vatan: "Atatürkçü doçent suikaste kurban gitti... Tetiği kim çekti?"

Tahminimizde yanılmadık: Reha Muhtar...

Babasının, günlüğünü tesadüfen okuması sonucu, iki yıldır 18 kişinin tecavüzüne uğradığı ortaya çıkan 16 yaşındaki E.B. ile ilgili ilk haberin gazetelerimizde yayımlandığı gün bir kaygımızı sizinle paylaşmıştık... Önceki örneklerden yola çıkarak, gazetecilerin o günlüğün peşine düşebileceklerini ve yayımlayabileceklerini düşünerek adeta yalvarmıştık: "Lütfen 'işte o günlük!' haberleri yapmayın..."

Yazıyı bir tahminle bitirmiş, olası haberin televizyonlarda Reha Muhtar, yazılı basında da ondan aktararak Star tarafından realize edilmesi ihtimalinin yüksek olduğunu söylemiştik..

Üzülerek söyleyelim, tam isabet kaydettik. Milliyet'in (19 Aralık) haberinden öğreniyoruz ki, bırakın günlüğü, Reha Muhtar küçük kızı ve babasını "Reha Muhtar'a itiraf" programına çıkarmayı bile başarmış!

Milliyet'in "Utan Türkiye" başlıklı haberinin spotları:

"16 yaşında 18 kişinin tecavüzüne uğrayan E.B., dün TV'de milyonların önünde linç edildi. Ve bu rezalet, gece en çok izlenen ikinci program oldu... 'Reha Muhtar'a itiraf' programına çıkarılan küçük kızı, eski Sağlık Bakanı Yıldırım Aktuna ve Muhtar sorularıyla sıkıştırdı. Uğradığı tecavüzleri anlatmaya zorladılar. Hakaret yağdırıp yuhaladılar..."

Milliyet'in haberinden, ilk haber gazetelerde yayımlandığında Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumu'nun E.B.'yi koruma altına almaya çalıştığını, fakat Muhtar'ın ekibinin hızlı davranarak onu İstanbul'a getirdiğini ve günlerdir bir otelde ağırladığını da öğreniyoruz...

Yani biz "lütfen o günlüğü yayınlamayın" diye yazdığımız sırada, "ekip" çoktan harekete geçip tedbirini almış bile...

Milliyet'teki bu haberin bitişiğinde "Reha Muhtar'a itiraf"ta bulunan gene 16 yaşındaki bir başka kıza (Y.Ö.) aynı otelde tecavüz edildiği iddiasına ilişkin bir başka haber var... Bu olayda da, programda çalışan şoför Z.B. "tecavüz", muhabir Ö.G. de "ırza tasaddi"den tutuklanmış... Bu son olayın şahidi de kimmiş biliyor musunuz? Aynı otelde kalan, bir başka "Reha Muhtar'a itiraf"ın konuklarından Ayşegül Porsuk... Arana'da kocasının sokak ortasında delik deşik ettiği talihsiz kadın...

Anlayacağınız, "Reha Muhtar'a itiraf"ın Taksim'de bir oteli var ve yurdun çeşitli yerlerinden devşirilen itirafçılar orada konuk ediliyor, bazılarının başına da işte böyle işler geliyor...

Söz konusu programı "haber eleştirisi" çerçevesinde eleştiremeyeceğimize göre, burada keselim... (A.G.)


20 Aralık 2002
Cuma
 
YÖNETENLER: Kürşat Bumin
Alper Görmüş


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat| Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED