T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Güçlüye hesap sorulamıyor!

Orta Doğu'da yine savaş tam-tamları çalmaya başladı. ABD destekli İsrail yönetimi Filistin'i yeniden kana bularken, ABD Irak'ı bombalamaya hazırlanıyor. Uluslararası sistemde olagelenlerin izdüşümü, kendi ulusal sistemimiz içinde de yaşanıyor. Halk iradesinden ödü kopanlar, yasaklı bir erken seçim için ellerinden geleni ardlarına koymuyorlar. Her iki düzlemde de hukuk değil, güç konuşuyor ve kimse güçlüye hesap soramıyor. Ulusal demokrasi, uluslararası demokrasiye tıpatıp benziyor.

Çağdaş demokrasilerin büyük zaafı, sadece güçsüzlere hesap sorabilme yeteneği olan bir adalet sistemine sahip olmalarıdır. Bu, millî devletler dahilinde böyle olduğu gibi, devletlerarası sistemin işleyişinde de böyle. Irak veya Pakistan'a niçin nükleer veya kimyevî silah geliştirdikleri sorulabilir, fakat ABD, Rusya veya Fransa'ya sorulamaz. Irak'ın elinde (bulunduğu ileri sürülen) kimyasal silahların imhası dayatılabilir, fakat İsrail'in elindekiler hiç gündeme getirilmez!

Bazıları, bu adaletsizliğin sadece devletlerarası sistem için geçerli olduğunu, "gelişmiş/demokratik" ülkelerde herkese hesap sorulabildiğini ileri sürerler. Oysa millî devletler gerçekten "demokratik" olabilseydi, onların oluşturduğu dünya sistemi de ileri ölçüde demokratik olabilirdi. Küçük âlem büyüğü yansıtır, büyük küçüğü. Demokratik yönelişleri bastırmak, kapitalist karakterli ulus-devletler sisteminin tabiatından gelmektedir. Sadece, bunu merkezdeki ulus-devletler dahilinde çok büyük bir incelikle yapmayı becerebiliyorlar, o kadar!

Üniversitede ticaret hukuku hocamız şahısların devlet aleyhine açtıkları davaların genellikle devlet lehine sonuçlandığını anlattığı zaman, bazı arkadaşlar itiraz etmiş, Danıştay'ın sadece haklı davaları devlet lehine sonuçlandırdığını ileri sürmüşlerdi. Hocanın örneği unutulacak cinsten değildi: 1970 yılında devalüasyon olmuş, dolar 9 liradan 15 liraya yükseltilmişti. Bu karardan altı ay önce, ithal bedellerini 9 liralık kur üzerinden Merkez Bankası'na yatırmış olan ithalatçılar, transferlerin yapılabilmesi için dolar başına 6 liralık ilave yatırmak zorunda kalmışlardı. Su götürmez biçimde haklı olmalarına rağmen, ithalatçılar haksız bulunmuş, devlet paçayı kurtarmıştı. "Nasıl olur Hocam?" diye şaşkınlığını dile getiren bir öğrenciye, hocanın cevabı yıllarca hatırlanacaktı: "Ablanı öpen kadı ise, şikâyetin beyhudedir!"

Nizâm'ül-mülk'ün Siyasetnâme'sinden bir 'hikâye' nakletmenin tam zamanıdır: Gazneli Mahmud bütün gece şarap içmiş ve sabah şarabını da nûş eylemiş idi. Sultanın sipehsâları Ali Nüviştekin dahi bu mecliste hazır bulunarak bütün gece içmiş ve hiç uyumamıştı. Güneş kuşluk zamanına geldikte, başı döndü, ifrat şaraptan rahatsızlık hissederek hanesine gitmek üzere izin istedi. Sultan: "Aydın günde bu hal ile gitmek doğru değildir. İkindi namazına kadar burada istirahat et. O zaman ayık olarak gidersin. Zira, muhtesib seni bu halde görürse, hâd vurur. Şeref ve haysiyetin haleldar olur. Benim kalbim bundan rencide olur, ama birşey söyleyemem" dedi. Ali Nüviştekin elli bin adamın sipehsâları ve zamanının şecî ve mübariz nâmdarı idi. Muhtesibin böyle bir harekette bulunacağını hatırından geçirmedi. Yüreği daraldı ve seraskerliği tuttu: "Elbet giderim" dedi. Ve hizmetkârlarından mürekkep azîm bir alay ile ata binip hanesine teveccüh etti. Muhtesib yolda ona rast gelerek, böyle serhoş görünce, atından indirip bîmahaba elile anı döğdü. O derecede ki, Ali Nüviştekin toprağı dişledi. Askerleri bu hali görmekle beraber hiç kimse bir söz söyleyemedi. Ertesi gün Ali Nüviştekin sırtını açıp pare pare olduğunu Sultan'a gösterdi. Mahmud güldü ve: "Bir daha serhoş olarak evden dışarı çıkmamak üzere tevbe et" dedi.

Bu meseli nakleden Nizam'ül-mülk, sözünü şöyle bağlıyor: Tertib-i mülk ve kavaid-i siyaset muhkem olursa, adalet işi zikrettiğimiz vech ile tatbik edilir. Ulusal ve uluslararası sistemimizin efendilerinin kavaid-i siyasetleri muhkem değil. Çünkü adalet arayışında samimi değiller. Çünkü sadece güçsüzlere hesap sormak istiyor, güçlüleri mahkemeden kaçırıyorlar.

Lider, itimat telkin edendir!

Çağdaş veya klasik, doğulu veya batılı, çoğu yönetim düşünürleri liderliğin en temel bileşenlerinden birinin itimat olduğunu söylerler. Warren Bennis şöyle diyor:

"Bazıları liderlerin insanları sürükleyebilmelerinin sebeninin karizma olduğunu söyler. Ben aynı kanaatte değilim. Tanıdığım liderlerden çoğunun hiç te karizması yoktu, ama sayısız insanı peşlerinden sürükleyebiliyorlardı. Bunlar, beraber çalıştıkları insanlarda imrenilecek bir itimat ve sadakat duygusu uyandırmışlardı. İnsanları böylece kendi saflarına çekmekle, örgüt kültürlerinde gerekli değişiklikleri yapabilmekte, rehber vizyonlarını hayata geçirebilmekteydiler."

Bennis'e göre, itimadı doğuran şeyler şunlardır:

a. Karakter istikrarı: Liderler ne tür şaşırtıcı hadiselerle karşılaşırlarsa karşılaşsınlar, kendi adamlarını şaşırtacak hareketlerden uzak dururlar. Rüzgârgülü olmak onlara göre değildir.

b. Ahenk: Liderler, özü sözü bir olanlardır. Açıkladıkları teorik fikirlerle, yaşadıkları hayat arasında uçurum yoktur.

c. Güvenilirlik: İşe yarar zamanda, adamlarının arkasındadırlar; onları yalnız bırakmazlar.

d. Dürüstlük: Lider, taahhüt ve vaadlerini tutandır.


29 Eylül 2002
Pazar
 
MUSTAFA ÖZEL


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED