T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Kıbrıs'ta yalan, Kuzey Irak'ta korkutma...

Türkiye'nin üç önemli sorunu yine kendi haline bırakılmış sürüklenip gidiyor.

Yılların değişmez sorunları olan Kuzey Irak, Kıbrıs ve Avrupa Birliği'ne üyelik, ülkede uzun bir zamandır bürokrasiye havale edilmiş durumda...

Ve çözümsüz bırakılan diğer birçok konu gibi dalgalanmaya bırakılmış çözüm bekliyor.

Bu konularda ne kimsenin fikri dinleniyor, ne de doğru dürüst bir politika üretilmesi için şartlar oluşturuluyor.

Bürokrasi bu çözümsüzlükten güç alıyor ve iktidarını sürdürüyor.

Peki güçlü bir iktidar bu meselelere sağlıklı çözümler getirebilir mi?

Hiç sanmıyorum.

Bu meseleler 'güvenlik' meselesi olarak mütalaa edildikleri ve Milli Güvenlik Kurulu'nun doğrudan ilgilendiği 'milli' konular sayıldıkları sürece, yine bu meselelere askeri bir açıdan ve güvenlik endişeleri ile yaklaşılmaya devam edilecektir..

Güvenlik anlayışıyla yaklaşılan meselelerin ise, çağdaş dünyanın sorun çözme yöntemleri ile çözülmesi hemen hemen imkansız gibidir.

Çağdaş sorun çözme yöntemlerinde (Conflict Resolution) iki tarafın da birşeyler alırken bazı fedakarlıklarda bulunması esastır. "Hepsini ben alayım, ama hiçbir şey vermeyeyim" anlayışı, geçerli değildir.

Türkiye, özellikle Kıbrıs ve Kuzey Irak meselesine, hatta AB meselesine de böyle bakmaktadır. "Sadece benim istediklerim olsun, ama onun ötesindeki yaklaşımlar bizi bölmeye yöneliktir, güvenliğimize aykırıdır" dahi diyebilmektedir.

Kıbrıs görüşmelerinin çıkmaza girdiğini artık biliyoruz. Türkiye'deki siyasi karışıklıktan yararlanan Rauf Denktaş, görüşmeleri sürdürüyormuş gibi yaparak başladığı noktada direnmektedir. O nokta çözümsüzlük noktasıdır.

Çözümsüzlüğün de sınırına gelinmiştir ve bu sınır, Avrupa Birliği'nin Kıbrıs Cumhuriyeti'nin tam üyeliğini kabul ettiği tarihe kadar gidebilecektir. Ondan sonrasında Türkiye'nin ne gibi zararlara uğrayacağını ve ne gibi felaketlerle karşılaşacağını artık devlete yakın bazı yazarlar dahi telaffuz etmek zorunda kalmaktadır.

Denktaş ve tabii Türkiye, meselenin çözülmemesi için karşı tarafın ve uluslararası toplumun kabul etmesi mümkün olmayan taleplerde bulunmaktadır.

Bu uzlaşmaz çizginin adı, 'milli mesele' olarak konulmaktadır ve burada insan unsurunun değil, Türkiye'nin güvenliğinin ön planda tutulduğu ve Kıbrıs'ın Türkiye için stratejik öneme sahip olduğu iddiası gizlenmemektedir. Bu iddianın geçersizliğini kanıtlamak için söylenecek çok şey vardır. Ama burada önemli olan, Denktaş'ın ve Türkiye'nin meseleye yaklaşımındaki tutarsızlıktır.

Görüşmeler sırasında sürekli olarak Rumların uzlaşmaz bir tutum sergiledikleri ve Türk tarafının bütün isteklerine karşı çıkıldığı ileri sürülmektedir. Türkiye'nin hep haklı olduğu ve asla taviz vermeyeceği söylenmektedir.

Kamuoyu ne yapsın, medya tarafından aktarılan bu bilgilere inanmaktadır.

Oysa mesele, Denktaş'ın, Şükrü Sina Gürel'in ve devletçi medyanın aktardığı gibi değildir.

Denktaş'ın, Rumların hiç adım atmadıklarına ilişkin açıklamaları gerçeği yansıtmamaktadır.

Kuzey Kıbrıs'ta faaliyet gösteren Cumhuriyetçi Türk Partisi'nin Genel Başkan'ı Mehmet Ali Talat, Londra'da Türkçe-İngilizce yayınlanan haftalık Toplum Postası gazetesinin 19 Eylül 2002 tarihli sayısında yazdığı bir makalede, bu konuda çarpıcı bilgiler vermektedir. Talat'ın açıkladığı bilgiler bugüne kadar Denktaş ve Türkiye tarafından yalanlanmadığına göre doğru kabul edilmek durumundadır.

Talat'a göre, Kıbrıs Rum tarafı adına görüşmelere katılan Klerides, geçtiğimiz mayıs ayına kadarki süreçte Türk tarafının endişelerini azaltacak bazı ciddi açılımlar yapmıştır. Bunlar şöyle sıralanabilir:

1- 1960 Kıbrıs Anayasası lağvedilecek.

2- Kıbrıs devleti anayasasının dayanacağı yeni bir kuruluş anlaşması yapılacak.

3- Yeni kuruluş anlaşması siyasal eşitlik, iki kesimlilik ve iki toplumluluğa dayandırılacak.

4- Yürütme, yasama ve yargıda Kıbrıs Türklerinin aktif katılımı sağlanarak Kıbrıs Rum çoğunluğu Türklere isteklerini empoze edemeyecek. (Aktif katılımdan kasıt, kararların oybirliği ile alınması yerine, bir kararın geçerli olabilmesi için mutlak surette belli sayıda Kıbrıslı Türk üyenin onay koşulunun aranması.)

5- Kendi kendini yöneten iki devlet olacak ve herbirinin yürütme, yasama ve yargı organları yanında polis ve sivil servisleri bulunacak.

6- Kıbrıs devleti, federe devletlerine herhangi bir empozede bulunamayacak.

7- Garanti anlaşmaları federe devletlerin toprak bütünlüğünü ve anayasal düzenlerini de kapsayacak.

8- Türk tarafının ulusal gelirini yükseltecek planlar yapılacak.

9- Varılacak anlaşma ve AB'ye giriş, birlikte Kıbrıslı Türkler ve Rumların ayrı ayrı referandumlarına sunulacak ve onaylanırsa taraflar Kıbrıs devletinin ortak kurucuları olacak.

10- Geriye kalan yetkiler, taraflarda kalacak.

11- Türkiye'nin garantörlüğü devam edecek ve Kıbrıs'ta kalıcı askeri birlik bulunduracak.

Denktaş ise bildiğimiz kadarıyla bunların tersini söylüyor.

Türkiye de Kıbrıs meselesinde Denktaş'ın peşine takılmış çıkmaza doğru sürükleniyor.

Irak meselesine gelince:

Türkiye burada da sorun çözmek yerine, güç kullanmayı hedefleyen bir sindirme ve hatta şantaj politikası uygulamak istiyor.

Kıbrıs'ta, 200 bin Türk için tam bağımsızlık benzeri bir yapılanmada israr ediyor ve işleri çıkmaza sürüklüyor.

Kuzey Irak'ta, kendi vatandaşı olan milyonlarca Kürdün akrabası ve soydaşı durumundaki 5 milyona yakın Kürt için, Irak'ın toprak bütünlüğü içinde bir federasyonu çok görüyor.

Üstelik de bunu yaparken, çok önem verdiğini söylediği Irak'ın toprak bütünlüğüne müdahale etmiş oluyor.

Böyle bir politikanın ciddiliğine kim inanır?


30 Eylül 2002
Pazartesi
 
KORAY DÜZGÖREN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED