T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Bütün bunlar "devrim" değil de nedir?

İki haftadır yaşadığımız olağanüstü gelişmelerin hepimizi nasıl şaşkına çevirdiğini belirtmeme gerek yok. 3 Kasım seçim akşamı sonuçlar alınmaya başlanıp Ak Partinin seçimi kazandığı netleşince kaleme aldığım yazının başlığını "Beyaz Devrim" koymuştum. Bazıları bu nitelemenin biraz "abartılı" olduğunu belirtmişlerdi. Kendilerince haklı gerekçeleri vardı ve ihtiyatlı olmak gerekiyordu.

Seçimlerden bu yana olup bitenler "devrim" dışında hangi sözcükle anlatılabilir ki?

Seçim sonuçlarının piyasalarda yarattığı müthiş olumlu hava ve güven ortamı, herkesin yüzüne yansıyan geleceğe yönelik bir umut ve heyecanlı bekleyiş, iktidar ve muhalefet parti yöneticilerinin alışık olmadığımız tavır ve açıklamaları, Meclisteki yeminin üzerinden üç gün geçmeden hükümetin kurulması, Meclis başkanının ilk turda seçilmesi, iktidar partisi lideri milletvekili olamadığı için başbakanın partiden bir başkasının olması nedeniyle beklenen sorunların hiçbirinin gerçekleşmemesi, dış dünyada Ak Parti liderinin yarattığı müthiş hareketlilik ve olumlu hava kelimenin tam anlamıyla olağanüstü gelişmeler değil de nedir?

Bu tür olağanüstülüklere alışık değiliz.

Biz bu tür gelişmelere alışık bir toplum değiliz. Hep kavgalara, sorunlara, sıkıntılara, hakaretlere, umutsuzluklara, karamsarlıklara şahit olmuş, bunların oluşturduğu bir karanlık dehlizden gelip umuda koşan bir toplum bireyleriyiz. Bunların olağan bir durum haline geldiği bir toplamda bu gelişmeler elbette ki olağanüstülükler oluyor.

Aslında demokratik bir toplumda olması gerekenler bunlardır, ne var ki bundan o kadar uzaktayız ki olağan şeyler olarak görmeyi bir türlü beceremiyoruz.

Geçen günü bir satış mağazasında mütecessis bir tezgahtarın dile getirdiği küçük bir ayrıntı toplumun moral ve zihin dünyasında ne tür bir fırtınanın yaşandığını ortaya koyuyordu. Tayyip Erdoğan'ın İtalya Başbakanı Berlusconi ile birlikte kameralara poz verirken ortaya çıkan tabloya dikkat çekiyor ve şunu diyordu: İlk kez bizim başbakanımızın onlardan daha uzun boylu olduğunu gördüm ve bundan gururlandım. Tayyip Bey Berlusconi'ye yukarıdan bakıyordu! Hele o Berlusconi karşısındaki rahat ve kendinden emin oturuşu yok mu beni müthiş rahatlattı...

Bu belki basit bir bakıştır, ama toplum katlarında ne tür argümanların bir rahatlama, kendine güven ve gurur konusu olduğunu ortaya koyma konusunda önemli bir işarettir. Toplum, başbakan olamayan bir siyasi liderin yabancı devlet adamlarına göre daha uzun boylu olmasından bir rahatlık ve güven hissetmektedir.

Hükümet üyelerinde kendimizi görüyoruz

Yine bir başka örnek, Abdullah Gül hükümeti kurmakla görevlendirildiğinde medyada annesi, babası, çocukları ve eşi ilgili bilgiler verilmekteydi. Özellikle yaşlı babası ve annesi ile ilgili görüntüler ekranlara gelmiş telefonlaşmalarına yer verilmişti. Pek çok arkadaşımdan şu sözleri duymam önemli bir değerlendirme ölçütü oldu. "Abdullah Gül'ün annesi ve babası bizim anne ve babamızdan farklı değil. Her birimizin annesi ve babası aynen oların gibidir..."

Gerçekten öyle değil mi? Hangimizin annesi Abdullah Gül'ün muhterem validelerinden farklıdır ki? Ya babası? Yaşı yetmişini geçmiş, ak sakallı, nur yüzlü bir büyüğümüz. Atölyesinde tezgahının başında elinde eğe demir eğeliyor. Tornada çeşitli malzemeler imal ediyor. Hepimizin babası aynı değil mi? Yaşları seksenlere dayanan pederlerimiz ya dükkanda, ya tarlada, ya okulda, ya bir sosyal faaliyet ortamında o müthiş enerjilerini topluma sunmanın uğraşısı içinde değiller mi?

Bakanlar kurulunun ortaya koyduğu genel görüntü Anadolu insanının bir ortak tablosudur. Fazla cüretkar olur mu bilmem ama, "ötekileştirilmiş" bir toplum kesiminin tablosu de diyebiliriz. Okudukları okullara, çalıştıkları iş yerlerine, hayat hikayelerine bakın ortalama insanlarınkinden bir farkı yok. Bugün bizler hangi okullarda okuyorsak, hangi iş yerlerinde çalışıyorsak, nelerle meşgulsek üç aşağı beş yukarı aynı durum bakanlar kurulu üyeleri için de geçerli. Bu durum aslında bir normalleşmeden başkası değil, ama bunu olağanüstülük şeklinde algılıyoruz.

Anadolu insanının en güzel prototipi olan değerli düşünür ve akademisyen Hüseyin Çelik'in Kültür Bakanlığı'na, entelektüel birikimi ile geniş vizyonunu dünyanın gidişiyle harmanlayan Erkan Mumcu'nun Milli Eğitim Bakanlığı'na, dünya çapında bir felsefeci olan Mehmet Aydın'ın Devlet Bakanlığı'na, ülkemizin en iyi sosyologlarından olduğu herkesçe malum olan Beşir Atalay'ın bu hükümette yer almasına, Hilmi Güler gibi yorulmak bilmez bir enerji ile gece gündüz bir şeyler yapmak için çalışan bir teknik elemanın Enerji Bakanlığı'na, siyaset camiasındaki en iyi hukukçular olduğu herkesçe bilinen Ertuğrul Yalçınbayır ve Mehmet Ali Şahin'in ve maliyeciliği ile herkesin takdirini kazanmış olan Abdüllatif Şener'in Başbakan Yardımcılıklarına, kalite ve hizmet için çırpınan Sami Güçlü'nün Tarım Bakanlığı'na gelmiş olmaları bu toplumun alışık olmadığı bir "olağanüstülük" değil de nedir?

Bu durumu en iyi anlatacak sözcük, sanıyorum yine "devrim"den başkası değil. Evet alışık olmadığımız bir devrimi yaşıyoruz. Umutlarımız, geleceğe yönelik güvenimiz ve heyecanımız yeniden kıpırdıyor, galiba harekete geçiyoruz. Uzun zamandır böyle bir heyecanı yaşamayı özlemiştik. Dileğimiz bunun uzunu bir dönem devam etmesidir.

Not: Tüm Bakanlar Kurulu üyelerini yeni görevleri münasebetiyle tebrik ediyor başarılı olmalarını temenni ediyorum.


21 Kasım 2002
Perşembe
 
DAVUT DURSUN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan| Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED