Yeni Safak Online...
T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Türkiye'de 'zenci-beyaz' ayrımı...

3 Kasım sonrasının 'bahar havası' ve 'pembe ufukları' bozulmaya mı başladı? Oysa, 3 Kasım'dan 'tek başına iktidar' olarak çıkan Ak Parti'nin her attığı adımda bir 'keramet' aranıyor; lider kadrosundan herhangi biri tarafından yapılan her açıklama, hayra yoruluyordu.

Piyasalar 'olumlu tepki' vermiş, dolar ve faizler düşmeye başlamış, borsa ise yükselmişti. Bu 'iyimser' atmosfer, 'laik düşünürlerimiz'i de sardı. Onlar da, süratle 'yeni durum'a adapte olarak, Ak Parti hakkında 'olumlu içtihatlar' üretmeye başladılar. Aralarında en belkemiksiz olanları, 'entelektüel cesaret' havası içindeymişcesine, 'kraldan ziyade kralcı' olduklarını dahi ilan etmekte beis görmediler.

Tayyip Erdoğan'a 'şartlı kredi açıldığı' sezilebiliyordu. Tayyip Erdoğan, Türkiye'nin AB'den tarih alması için müthiş bir 'enerji' ile Avrupa başkentlerini turluyordu. Her gittiği yerde, Berlusconi'den Simitis'e, Tony Blair'den Romano Prodi'ye ilgiyle karşılanıyor ve saygıyla ağırlanıyordu. Bülent Ecevit'in titrek ve sürünen imajından sonra, Türk toplumu, ülkenin 'lider figürü'nün böylesine 'karizmatik canlılık'la ortaya çıkmasından memnundu ve 'moral bozukluğu' adeta 'özgüven'le yer değiştirmekteydi.

Tayyip Erdoğan'a açılan -açanların adresi belli edilmez; 'onlar' ya da 'sistem' gibi zamirlerle ifadesini bulur- 'şartlı kredi' ya da verilen 'avans', halk nezdindeki popülaritesinin tazeliği kadar, kendisinin göstermekte olduğu etkileyici performanstan da kaynaklanıyordu.

Bir an önce başbakanlıkta 'zorlayıcı' görünmemesi ve 'ılımlı kişiliği' yıllardır çeşitli çevrelerde 'kabule şayan' bulunan Abdullah Gül'ün başbakanlığa getirilmesi, ortalığı -biraz da yapay biçimde- kaplayan 'iyimser hava'yı daha da besledi.

Ta ki, Bülent Arınç'ın TBMM Başkanlığı'na seçilmesine kadar. Orası, 'onlar' tarafından Vecdi Gönül için 'rezerve' edilmişti. Niçin Arınç için değil de Gönül için rezerve edildiğinin gerekçesi, çok geçmeden malum 'protokol sorunu' ile ortaya çıktı.

Bununla eş zamanlı olarak 'Hilton'da namaz sorunu' vurgulanır oldu. Sanki, iftarın hemen ardından namaz kılındığından habersiz 'laik medya', meseleyi birdenbire sanki 'Ankara Hilton'da namaz gösterisi' yapılmışa çevirdi. Muhalefet lideri Deniz Baykal, konunun üzerine derhal atladı. Klasik CHP diliyle, 'ibadeti bir siyasi baskı aracına dönüştürmeme' uyarısı yapmaktan kendini alamadı.

Bakan eşlerinin başörtülü fotoğrafları da, çok satan gazetelerin birinci sayfalarına yerleştirilmeye başlandı.

Bu arada, Tayyip Erdoğan'ın kendisine başbakanlık yolunu açacak anayasal değişiklikler ve özellikle 109.madde değişiklik tasavvuruna ilişkin Strasbourg'daki sözleri, medyada 'bir siyasi kriz habercisi' muamelesi gördü.

Biz bu filmi 28 Şubat sürecinde gördük. Neyin, nasıl ve hangi amaçla tırmandırıldığını biliyoruz.

Gerçi, 3 Kasım; 28 Şubat'ın 'reddi'dir. Henüz, Abdullah Gül hükümeti güvenoyu bile almadı. Henüz TBMM'de Başkanlık Divanı bile seçilmedi; komisyonlar dahi oluşmadı. Çok farklı 'şartlar', karşılaştırılmayacak kadar farklı bir 'ortam' söz konusudur. Dolayısıyla, '28 Şubat atmosferi'ni seçimlerden hemen sonra canlandırmanın sonuç vermesi akla uygun değildir.

Yine de 'çağdaşlık' namına 'çağdaşlık'la izah edilmesi mümkün olamayacak ve toplumdaki 'barışıklık ortamı'nı zehirleyecek tavırlar ortaya konuyor. Tayyip Erdoğan'ın, Başbakan Abdullah Gül'ün ve TBMM Başkanı Bülent Arınç'ın eşleri 'başörtülü' oldukları için, 'evde oturdukları ve ortalıkta görülmedikleri takdirde' sorun yoktur. Ayrıca, 'çağdaşlık' namına Bülent Arınç'ın eşine yönelik sergilenen tutumun, 1960'larda Amerika'da ırkçılığın azgın durumda bulunduğu güney eyaletlerinde, siyahların bazı lokantalara alınmaması, belediye otobüslerine bindirilmemesiyle, hiçbir farkı yoktur. 'Zenciler giremez' veya 'başörtülüler protokolde yer alamaz'...

Böyle bir tutum, tüm toplumu bir başka 'iki yüzlülüğe' teşvik etmiş oluyor: 'Zenciler'in eşleri onları yanlarında gezdirmedikleri sürece 'beyaz' muamelesi görürler; aksi halde onlar da 'zenci' olarak ilan edilirler. Yani, Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül, Bülent Arınç, vs. eşlerini eve tıktıkları takdirde onlara iyi davranılacak; aksi halde 'irtica' ile suçlanmak tehdidiyle yüzyüze kalacaklardır.

Ne var ki, dönemin gerçekten 28 Şubat'la hiçbir ilgisi bulunmadığı için, yeni yeni uç vermekte olan bu 'kampanya' bir başka niyete işaret ediyor: Statüko yanlıları, AB karşıtları, Kıbrıs şahinleri; Ak Parti iktidarına tavır alıyorlar... 'Mesaj', klasik 'arac' ile, 'başörtüsü sorunu' aracılığıyla iletiliyor. Başörtüsü, namaz seccadesi... Bir başka deyimle, Ak Parti'nin 'potansiyel suç aletleri'...

Ve, asla 'anlam ve önemi'ni yitirmeyen o uyarı: 'Devletle ters düşme; ortalığı germe'...

Burhan Özfatura, 'Ak Parti'yi bekleyen tehlikeler' başlıklı yazısında dün Zaman'da şunu soruyordu: "Kimdir bu 'iyi geçinilecek devlet?' Bürokratik oligarşi mi? İstanbul dükalığı mı? Yargının, politize olmuş kesimi mi? Kartel medyası mı? Holdingler mi? Bugüne kadar, kamu kaynaklarını çarçur edenler mi?"

Biz de soralım: 'Ortalığı germeyin' uyarısı; bunları kızdırmayın anlamına mı geliyor? Peki, 3 Kasım'da halk bunlara 'öfkesi'ni en demokratik yöntemle 'oy' olarak ilan etmedi mi? O oyların sonucu, yüzde 35'lik oy oranı ve 363 sandalye ile Ak Parti iktidarı değil mi?

Ve, Ak Parti'nin 'halk iradesi'ni ve dolayısıyla kendi iktidarını güvence altına almasının yolu:

1. Kıbrıs'ta çözümü kabullenmekten ve 12 Aralık'ta sadece Rum kesiminin AB'ye üye olmasının önüne geçilmesinden;

2. Türkiye'nin AB yolunun açılmasından;

3. Halkın iradesi doğrultusunda, Tayyip Erdoğan'a başbakanlık yolunun açılmasını sağlayacak yasal-demokratik düzenlemelerin bir an önce gerçekleştirilmesinden geçmiyor mu?


23 Kasım 2002
Cumartesi
 
CENGİZ ÇANDAR


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED