|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
AKP lideri Tayyip Erdoğan'ın, dış politikaya getirdiği yeni nefes, inanılmaz bir tempoyla yürütülen Avrupa Birliği seferberliği ve bir biriyle ilişkilerinde hem Türkiye'nin ve hem de AB'nin bulunduğu kalıplaşmış çizgiyi aşan bir vizyonla ortaya koyduğu tavır, 11 Eylül sonrası Batı -İslam ilişkilerinde başlatılan gerilim senaryosuna yönelik endişenin getirdiği "yumuşama arayışları"nın da yardımıyla, hem Batı-İslam dünyası ilişkilerine hem de Türkiye'nin ABD, AB ve İslam dünyası ile ilişkilerinin önüne yepyeni bir alan açtı. Bazı çevreler bu yeni vizyon/liderlik karşısında cevap üretme konusunda zorlansa da, yaşanan süreç, Türk dış politikasına hakim olan güvensizlik, endişe, önyargı, inisiyatifsizlik ve aşırı ürkekliğin ne kadar zayıf temellere dayandığını gösterdi. Yeni hükümetin ekonomik başarı ve sosyal uzlaşma desteğiyle, bugün AB'ye yönelik sürdürdüğü etkin kampanyayı İslam dünyası, Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Asya'ya yönelik de sürdürmesi halinde, "Türkiye'nin bölgesel liderlik misyonu"nun ciddi anlamda güç kazanacağı bir gerçek. Dış politikada derin bir felsefe değişikliğinin izlerini taşıyan yeni açılım, Türkiye'nin önünü kapatan güvensizlik ve gerginliğe endeksli dış politika anlayışını sorgulama fırsatına zemin hazırlayabilir. Erdoğan'ın AB seferberliği, gerilim stratejisinden beslenen çevrelerin öne çıkaracakları engelleri ve Türkiye ile Avrupa arasında iki tarafın da desteğiyle ayakta tutulan "Berlin Duvarı"nı yıkmayı başarabilecek mi, yakında göreceğiz. Ancak, daha şimdiden hem Ankara hem de AB bugüne kadar hep ertelemeyi tercih ettiği samimiyet sınavıyla yüzleşmek durumunda kaldı. Üyelik-Kıbrıs-AGSP: Kartları açık oynayın
Türkiye, Amerika ve İsrail ile stratejik ilişkilerin belirlediği çizgiden hareketle AB üyeliği, Kıbrıs ve AGSP gibi, hem Amerika'nın bölgesel projeleriyle, hem NATO'nun Balkanlar, Kafkaslar, Orta Asya ve Doğu Akdeniz'e yönelik genişleme projesiyle, hem de Almanya ve Fransa gibi "Kıta Avrupası"nın iki lokomotif gücünün Avrupa Birleşik Devletleri perspektifi ile çok yakından ilgili olan üç konuda tavrını netleştirmek ve Amerika ile AB arasındaki dengeyi kurmakla yüz yüze geldi. Erdoğan'ın; AB üyeliği, Kıbrıs ve AGSP konularının birbirinden bağımsız olmadığı gibi, aslında hep bilinen ancak Ankara'nın ısrarla ve yapay biçimde ayrıştırmaya çalıştığı bir gerçeği açıkça ortaya koyması, Türkiye'nin handikaplarını Türkiye'ye karşı kullanma kozunu Avrupa'nın elinden alan, hem Avrupa'yı hem de Türkiye'yi kartlarını açık oynamaya davet eden şu ana kadarki en radikal açılım oldu. AB ise, Erdoğan'ın ortaya koyduğu tavır ve 12 Aralık Kopenhag Zirvesi'nin sıkıştırmasıyla çok daha derin bir sorgulama dönemi geçiriyor. Türkiye'nin ısrarı AB'yi, birliğin kuruluş felsefesini, "Avrupalılık" kavramını, genişleme stratejisini, Avrupa Birleşik Devletleri vizyonunu yeniden tanımlamak, Türkiye'yi dışarıda bırakmanın Balkanlar'da, Ortadoğu'da, Kafkaslar ve Orta Asya'da neler kaybettireceğini yeniden hesaplamak ve Avrupa güvenlik stratejilerini yeniden ele almak zorunda bıraktı. Kıbrıs ve AGSP, AB'nin Türkiye'nin önüne koyduğu iki "ara engel". Ancak ne Kıbrıs ne de AGSP tam üyeliğin önündeki nihai engeller değil. Birleşik Avrupa'nın "süper Avrupa" vizyonunun en önemli aşamalarından biri olan AGSP, AB'nin Amerika'ya endeksli güvenlik doktrinindeki en ciddi değişim. Soğuk Savaş'ın sona ermesinden bu yana askeri açıdan yetersizliklerini bilen, bunu en iyi Bosna ve Kosova savaşında anlayan AB, kendi ortak savunma gücünün çekirdeğini altmış bin kişilik asker güç oluşturarak gelecek yıl hayata geçirmeyi hedefliyor. Şimdilik NATO'nun desteğinden yararlanacak olan bu gücün karar mekanizmasında Türkiye'ye yer verilmiyor. NATO karar mekanizmasında yer alan Türkiye ise, AB'nin bu projesini NATO nezdindeki veto gücüyle kilitledi. Krizi aşmak için Türkiye ile ABD ve İnglitere'nin imza attığı plan AB çevrelerinde kabul görmüş değil. AB yolundaki tek engel Kıbrıs değil
Kıbrıs ise, AB'nin genişleme perspektifi için hayati önemde bir konu. Her ne kadar sorun Türk-Yunan sorunu çerçevesine hapsedilmeye çalışılsa da, krizin aşılamamasının en önemli sebebi, AB'nin Ada'yı Doğu Akdeniz'e yönelik planlarının en stratejik adımlarından biri olarak görmesidir. ABD'nin 11 Eylül sonrası küresel hegemonya harekatının Basra Körfezi ve Kızıldeniz'le birlikte Doğu Akdeniz'i 21. yüzyılın stratejik enerji kavşakları olarak hazırlaması, AB'nin Ada üzerindeki planlarını daha da vazgeçilmez hale getirdi. Ancak bu iki sorunun da aşılması bile üyelik için yeterli olmayacak. "Kıta Avrupası" ve Türkiye arasındaki güvensizliğin en ciddi kaynağı, her ne kadar açıkça dile getirilmese bile, Türkiye'nin ABD ve İsrail ile çok derin stratejik ortaklığıdır. Bu güne kadar tam üyelik için çalışsa da Ankara, uluslararası ilişkilerde tercihini hep bu eksen yönünde kullandı ve kendini ABD-İsrail eksenine bağımlı hale getirdi. ABD ile Avrupa arasında geleceğe yönelik projelerinde ortaya çıkan ve hızla kendini hissettiren ayrışma, Türkiye'nin de kader çizgilerini çiziyor. ABD'nin menfaatlerini önceleyecek yeni bir İngiltere olarak Birliğe alınacak güçlü Türkiye, ABD'nin yeni kürsel ekonomik/siyasi hegemonya harekatının Kafkaslar'da, Orta Asya'da ve Ortadoğu'da Avrupa Birliği'nin manevra alanlarını kapattığı göz önüne getirilirse, Kıta Avrupası için ciddi bir tehlike oluşturabilir endişesi var. Ancak Türkiye'nin tamamen dışlanması ve ABD-İsrail eksenine mahkum edilmesi AB için daha tehlikeli sonuçlara yol açacak ve Avrupa'nın genişleme perspektifi ve etkinlik alanlarını genişletmesinin önünde kalın bir duvar olmasına neden olacak. İşte AB'nin yüzleşmek zorunda kaldığı sınav bu. Türkiye, ABD-AB arasında denge kurmadan Avrupa'ya güven vermeyecektir. AKP iktidarının bu dengeleri göz önünde bulundurarak dış politika açılımını sürdürmesi hayati önem arzediyor. Zira bu dengeyi kuramaması halinde AB'ye yönelik manevraları boşa çıkacaktır. ABD'nin üyelik için AB'ye baskıları kimseyi yanıltmasın. Bu baskıların üç amacı var: ABD içine yeni bir İngiltere sokmak ve Almanya/Fransa dengesini sabote etmek, "İslam tehdidi"ni nötralize etmek ve Irak harekatı sonrası Kuzey Irak'taki oluşumlara yönelik Türkiye'nin kaygılarını AB üyeliği ile gidermek. AKP yönetimi, bu vizyonunu sürdürebilirse, Ankara'nın sadece ABD ve AB ile ilişkilerinde değil, diğer güç merkezleriyle ilişkilerinde de yepyeni bir dönemin başlaması Türkiye toplumuna ekonomi ve dış politikada çok geniş perspektifler açacağı kesin.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |