T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Beyrut-Ramallah-Beyrut: Arafat'la 20 yıl parantezinde...

20 yıl önceydi... Zaman, su gibi akmış gitmiş. O sıcak Ağustos sonu, Beyrut günü, dün gibi belleğimde... 31 Ağustos 1982 diye not düşmüşüm. O 'not'ta anlattıklarım, bir yıl sonra yayınlanan 'Tarihle Randevu-Beyrut'un Ateş Çemberinde FKÖ' adlı kitabımda da yer almıştı.

Sıcak ve insanın derisini gömleğine, saç diplerini şakaklarını yapıştıracak kadar amansız rutubetli 1982 yazından bir gündü Beyrut'ta ve 30 Ağustos 1982 günü Yasir Arafat, İsrail Savunma Bakanı Ariel Sharon'un ordularının kuşatması altında, karadan, havadan ve denizden mütemadiyen bombalanan ve Sharon'un kellesini almayı tasarladığı Beyrut'u terkediyordu.

'Not'un altına şu satırları düşmüşüm:

"Dün bir tarih sayfası daha çevrildi... FKÖ lideri Yasir Arafat, dün tam 11 yıldır Filistin'in kurtuluşu mücadelesini yönettiği, Filistin Kurtuluş Örgütü'nü dünya politikasının etkin güçleri arasına soktuğu Batı Beyrut'taki karargahından belki de bir daha dönmemek üzere ayrıldı."

Buruk, burukluğu ile ironi halinde coşkulu, unutulmaz bir törendi. Beyrut limanının tümünü gören bir tümseğin üzerinde tünemiştim. Şöyle yazmışım:

"... Türkiye saati ile tam 11:53'te önce üzerindeki tareti, asker dolu bir Fransız kamyonu, ardında Fransız askeri cipi ve onun ardında Fransa Büyükelçisi'nin makam arabasıyla Arafat'ı taşıyan Lübnan Başbakanı'nın otomobili Şeref Kıtası'nın önünde durunca ortalık karıştı. Ortada protokol kalmadı. Liman bölgesinde sabahtan beri biriken Lübnanlı FKÖ yanlılarıyla, yerli-yabancı gazeteciler Arafat'ın çevresini aldılar. Filistin Kurtuluş Örgütü lideri savaşın başından beri ilk kez askeri kepini çıkarmış ve ünlü 'keffiye'sini giymişti. İki eliyle zafer işareti yaparak ilerlemeye çalıştı. Solunda Lübnan Başbakanı (Şefik) Vazzan, sağında Abu İyad yürüyordu. Bu anda 'Thawra, Thawra Hatten Nasr' (Zafere Kadar Devrim) ve 'Biddem, Birruh Nefidik Ya Abu Ammar' (Seni Canla Kanla Uğurluyoruz Ey Abu Ammar) tezahüratı birbirine karıştı. Arafat, üzerine çullanan kalabalığın arasında kayboldu. Liderin birkaç metre ötesinde yürüyen Velid Cumblat ağlıyordu.

Arafat ve beraberindekiler 50 metrelik yolu tam 8 dakikada alarak Türkiye Saati İle 12'de limanın Amerikan deniz piyadelerince korunan iç kesimine girdiler. Bu sırada FKÖ lideri dört roket salvosu ve kısa süren makinalı tüfek ateşiyle selamlandı. Arafat ve beraberindekileri taşıyan Yunan bandıralı Atlantis adlı beyaz yolcu gemisi Türkiye Saati İle 13'te limandan ayrıldı..."

Herşey pek 'simgesel'di. Atlantis, mitolojideki 'kaybolan ülke'. Acaba, geminin adı Arafat'ın peşinde koştuğu, 'kaybolan ülke'si Filistin'i mi simgeliyordu? Arafat, o gün Akdeniz'in lacivert sularında, Kuzey Afrika'ya, Tunus yönünde gözden kaybolurken, 12 yıl geçtikten sonra Filistin'e geri döneceği, Filistin Devlet Başkanı, Filistin Yönetimi'nin Seçilmiş Başkanı gibi unvanlar elde edeceği ve o günün 20 yıl ardından sonra, kendi topraklarında, Ramallah'ta 'İsrail Başbakanı' Ariel Sharon'un elinde 'rehin' olarak bulunacağı, Arap Zirvesi'ne katılmak üzere Beyrut'a gelip gelmemesinin, uluslararası politikanın en dramatik konusu haline geleceği kimin aklına gelebilirdi?

O günden bu yana 20 yıl geçti ve ben, Arafat'ı 'uğurladığımız' şehirde, Arafat'ı karşılayıp karşılayamayacağımızı merakla bekliyorum...

Ortadoğu dans pistinde, yine ikisi: Arafat ve Sharon. Ve, yine Amerikalılar devrede. 1982'de İsrail'i destekleyen ama Arafat'a sağladıkları güvenlik desteğiyle onu Beyrut'ta Sharon'a teslim etmeyen Amerikan Cumhuriyetçileri, 20 yıl sonra, yine ve hararetle İsrail'i desteklerken, Sharon'a onun Beyrut'a gitmesi için baskı yapıyorlar.

Şu satırlar yazıldığı sırada, Arafat'ın Beyrut'a gelip gelemeyeceği hâlâ belli değildi ve üstelik Arafat'ın Beyrut'a gelme konusunda sanıldığı kadar istekli olmadığı haberleri de yayılıyordu.

Filistin Yönetimi kaynakları, eğer Arafat'ın Ramallah'ı terketmesine izin verilmezse, bunun, Filistin davasına gitmesinden daha fazla hizmeti edeceği kanısındalar. Çünkü, eğer giderse, Arafat'lı Beyrut Zirvesi,

Filistin şehirleri ve kasabaları çevresindeki İsrail kuşatmasına yönelik dikkatleri dağıtacak; Filistin sahasından Beyrut'a çevirecek.

Arafat da, bu 'açmaz' ve 'çıkmaz'ı, maharetli bir politika oyununa zaten çevirmiş durumda. Filistin liderinin bu becerisi ve özelliğini, İsrail'in Haaretz gazetesinin köşe yazarı Yoel Marcus gayet iyi yakalamış. Haaretz'de dünkü köşesinde Sharon ve Amerikan yöneticileriyle inceden alay ederken, şöyle yazıyordu:

"Bölgede, burunlarının ucunu göremeyecek kadar dar görüşlü bu kadar çok lider birarada hiç olmamıştı. Örneğin, Amerikan Yönetimi'ni alın: Onları ilgilendiren tek şey, şu sırada Saddam Hüseyin. Cheneyler ve Zinniler gelip gidebilirler, fakat dikkatleri şu ara tek bir şeye ve tek bir amaca dönük: Bush ailesinin Iraklılarla hesaplarını görmelerini berbat etmememiz. Arafat'ı alın: Şu anda önem verdiği tek şey Beyrut Zirvesi'ne bir süperstar olarak katılmak. Sharon'u alın: Terörizmi önleyemediği ve onu başbakanlıktan devirmek isteyen Bibi'yi (Netanyahu) nötralize edemediği için, şu anda istediği tek şey, bir ateşkes sağlanması.

... Arafat'ı hiç kimse zayıflığı ve acınmayı bir güce dönüştürme sanatında altedemez... Sharon Arafat'ın seyahati için şartla koyar ve Bibi'nin bunları kendisine karşı kullanmaması için garantiler ararken, bu absürd tiyatroda Arafat, emir alacağına emir veriyor. Benim (Beyrut'a) gitmemi mi istiyorsunuz? O zaman bana Mitchell Planı'nın 'Yahudi yerleşim merkezlerini dondurma' hükmünü yerine getirin. Bunu yapmayacak mısınız? Öyleyse ben de, büyük ölçüde bir ateşkes, tutuklamalar ve Filistin Yönetimi'nin terörist altyapısını ortadan kaldırma anlamı taşıyan Tenet'i uygulamıyorum.

Ramallah'ta tutuklu Arafat, Beyrut'a gitmesi durumundan daha fazla ifade özgürlüğüne ve bir kahraman konumuna sahip olacak. Beyrut'ta kelimelerini dikkatle seçmesi gerekecek ki, herşey berbat olmasın; Saddam'ın devrilmesinden veya Suudi-Amerikan 'barış planı'ndan yana olan Arap devletlerinin temsilcilerini kızdırmasın. Bibi'den fazla Bibici olan Sharon, kararını son dakikaya dek erteliyor ama son tahlilde Amerika'nın Bağdat'a ilişkin amaçları açısından kendisi için en yararlı olduğuna ilişkin ne düşünüyorsa, onu yapacak. Öyle bir durumdayız ki, eğer Arafat zirveye gitse de kaybediyoruz; içerde kilitli kalsa da. Her iki halde, (gelişmeleri) yönlendiren ve (konuların) merkezindeki adam Arafat'tır..."

Ankara'daki biteviye ve yavan 'siyaset satranç'ına kıstırılmış, depolitize bir ülkeden gelip, 'uluslararası satranç tahtası'ndaki heyecanlı oyunu, 'usta oyuncu' Arafat'ın nasıl oynadığını, 20 yıl sonra Beyrut'ta izlemek pek keyif verici...


27 Mart 2002
Çarşamba
 
CENGİZ ÇANDAR


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED