|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Hükümetin ANAP kanadının, iyice yaygınlaştırılarak ilahiyat fakülteleri ve imam hatip liselerinde de uygulamaya konulan 'başörtüsü yasağı' ile ilgili sorumluluk üstlenmesi yerinde. ANAP lideri Mesut Yılmaz, konuyu üç parti liderinden oluşan zirveye götürmeyi düşünüyormuş... Yasağı kaldırmak için bulduğu formül ise anayasayı değiştirmek... Yüksek öğretimde ve imam hatip liselerinde çocuk okutan onbinlerce aileyi ilgilendirdiği halde 'başörtüsü yasağı' kadar sahipsiz bir konu bulmak zor. Çıkar gruplarının seslerini dinlemeye ayarlı siyaset, çok geniş bir halk kitlesini ilgilendiren bu konuda, bugüne kadar sessiz kalmayı yeğledi. Okuldan kaydı silinen, öğrenim hayatları daha yolun başında engellenen mağdurlar arasında milletvekillerinin yakınları da var. Bir siyasi parti genel başkanı, çözümü, imam hatip öğrencisi kızını yurtdışına göndermekte buldu. Oysa, demokratik sistemlerde siyaset çözüm bulma sanatıdır. Nitekim, TBMM, o sıralar henüz din eğitimine sıçratılmamış başörtüsü yasağı uygulamasına son vermek için, 1989 yılında, Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) yasasına, yürürlükteki 'mevzuata aykırı olmamak üzere yüksek öğretim kurumlarında kılık-kıyafeti serbest bırakan' bir madde eklemişti. ANAP lideri Yılmaz'ı, "Anayasayı değiştirmek gerekiyor" noktasına getiren, yasağın, böyle bir yasa maddesi olmasına rağmen uygulanmasıdır. Oysa, sorun anayasadan kaynaklanmıyor. Tersine, anayasa, "Eğitim ve öğrenim hakkı ve ödevi" başlığını taşıyan II. kısmının (m. 42) hemen girişinde, "Kimse, eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz" ilkesini getiriyor. Anayasanın lâfzı da, son değişikliklerle daha özgürlükçü hale getirilmiş ruhu da, eğitimin her düzeyinde uygulanan başörtüsü yasağına dayanak yapılamaz. Ancak yapılıyor. Bunun sebebi, bugünkü YÖK yönetiminin, yasağı, herşeye rağmen uygulama kararlılığıdır. Prof. İhsan Doğramacı ve Prof. Mehmet Sağlam'ın YÖK başkanlığı dönemlerinde, yasağı işlevsiz kılmak üzere formüller üretildiğini hatırlıyoruz. Şimdilerde değişik bir anlam kazandırılan ve yasağı daha şiddetle uygulama vesilesi kılınan 'türban', aslında, Prof. Doğramacı'nın ürettiği bir ara formüldü. Yasağı savunanlar bile, geçmişte, din eğitiminin yasak kapsamı dışında görülmesini uygulamanın haklılığına gerekçe yapıyorlardı. Yasak, mevzuatta herhangi bir değişiklik olmadığı halde, din eğitimi alanında da uygulanıyorsa, bu, YÖK istediği içindir. YÖK'ün yasakçı uygulaması ise, Anayasa Mahkemesi'nin, 1989 öncesinde, yasağın önünü kesmek için yanlış ifadelerle çıkartılan bir yasayı iptal kararına dayanıyor. Oysa, Anayasa Mahkemesi, 2527 sayılı YÖK yasasının yeni biçimini iptal etme gereği duymayarak, yüksek öğretim kurumlarında kılık-kıyafet serbestisini uygun görmüş oldu. Kaldı ki, Anayasa Mahkemesi'nin dar yorumlu eski kararlarını, bugünün özgürlükçü ortamında farklı okumak da pekâlâ mümkün. Bu bakımdan, eski bir kararı yeni şartlarda ve yasakçı uygulamayı daha da genişletmek için kullanmak, 'hukuk devleti' kavramıyla pek bağdaşmıyor. ANAP lideri Yılmaz'ın çözüm arayışını, ucuz bir popülizm yerine iyiniyetli bir girişim olarak görmek istiyoruz. Elbette, sorunu anayasa değiştirerek kökünden çözmek en iyisi; ancak anayasayı değiştirmek Meclis'te uzlaşma gerektireceği için zor bir yol. Yüksek öğretim kurumlarında kılık kıyafeti serbest bırakan bir madde varken yeni yasa çıkartmak da gereksiz. 'Din eğitimi' konusunu eğitimin bütününden ayırarak konuya eğilmenin ise pratikte ciddi sıkıntılara yol açması kaçınılmaz. Doğru olan, ANAP liderinin arayışını hükümet tavrı haline getirmektir. Üç liderin biraraya gelerek konu üzerinde görüşmeleri ve yasakçı uygulamanın durdurulmasını arzulamaları sorunu yarı yarıya çözmek anlamına geliyor. Siyasi irade isterse yasakçı uygulamayı sona erdirmenin yolu mutlaka bulunur. Yılmaz konuyu liderler zirvesine götürmeli ve hükümet tavrına dönüştürmeli.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |