|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Dick Cheney'in Ortadoğu turu sırasında Araplar'dan duyduğu en güçlü ses, "Irak'ta bir müdahaleye girişmeden önce, Filistin'de kesin çözüme yol açmalısınız" oldu. Araplar'ın tutumunun, genel olarak Irak'a dönük bir müdahale karşısında çekimser olduğu şeklinde yazılar da çıktı aynı günlerde. Cheney'e karşı isteksiz bir görüntü veren Araplar'ın, belli bir "zamanlamayı" kollayarak böyle davrandıkları ise çokça söylendi. Saddam konusunda çok da kaygılı olmaları beklenmeyen Arap liderlerin, Cheney karşısında gösterdikleri direncin sebebinin bugün Beyrut'ta toplanacak Arap Zirvesi olduğu ise çok belliydi. Bu zirvenin toplanmasından önce hiçbir Arap devletin, Saddam'a yapılacak bir operasyona açıktan destek vermesi veya göz yumması mümkün değil çünkü. Işte Arap zirvelerinin, Arap toplumların hassasiyetlerine yönelik böylesi bir "iç siyasi mimari"leri var. Bu zirvelerin, Arap toplumlar üzerindeki meşruiyetini sağlayan en önemli dinamik ise Filistin meselesi. Filistin meselesinin "sahibi" olduğunu, bu meseleye sahiplendiğini hissettirmeyen bir Arap liderin ya da yönetimin, Araplar'ın kafasındaki "siyasal meşruiyet" dairesinin içinde kalabilmesi mümkün değil. Bugün bu zirveye Arafat'ın katılıp katılamaması ise, ABD'nin 11 Eylül sonrasında ilan ettiği "terörle topyekun mücadele" çağrısında Araplar'ı yanına alıp alamayacağının en önemli göstergesi olacak. Eğer ABD yeterince bastırmaz da, Arafat'ın Ramallah'ta tutuklu kalmasına göz yummaya devam ederse, bu, ABD'nin terörle mücadele adı altında yeni nüfuz bölgeleri oluşturmaktan başka amacının olmadığını dolaylı yoldan ilan etmiş olacak. Böyle bir ilanın ardından Saddam'a dönük bir müdahalenin olması çok zorlaşacaktır. Herşeye rağmen ABD savaş makinesinin bir müdahaleyi gerçekleştirmek üzere fazlasıya donanımlı olduğu biliniyor. Buna dayanarak yapılacak bir müdahale ise, ABD'nin müdahalenin hemen akabindeki zaman dilimlerinde sadece gücüyle varolan bir ülke olduğunu gösterecek. Clinton'un "ABD, birgün bu kadar güçlü olmayacağı günlerin geleceğini hesap ederek adımlarını atmalıdır" uyarısının dışında bir çizgide radikalleşmiş olacaktır ABD. Buna karşı bir çizgi daha var ve hayata geçmesi hiç de zor değil. ABD vurgulu bir biçimde bastırırsa, Arafat son derece güvenli bir biçimde Ramallah'tan Beyrut'a gelir ve ardından, Beyrut Zirvesi, 11 Eylül sonrasının en anlamlı toplantılarından biri olmaya başlar. İlk olarak, Suudi Prens Abdullah tarafından ortaya atılan barış planının uygulamaya geçirilmesi için ilk adım atılmış olur. Böylece hem Arap dünyası Filistin meselesinde mesafe almış olmanın güvencesine kavuşur, hem de ABD bu güvencenin mimarı olarak, sadece güce değil aynı zamanda meşruiyete de dayanmaya yönelen bir ülke olduğunu gösterme fırsatı bulur. Bunun ardından Saddam gibi bir diktatörün Irak'ın iç dinamikleri ile bertaraf edilmesi bile kolayca mümkün olacaktır. Beyrut Zirvesi'nin alacağı şekil, 11 Eylül'ün hemen sonrasından başlayarak, zirveden sonraki on yılları da kapsayacak bir zincirleme reaksiyonun karakterini açığa çıkaracaktır.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |